Soğuk ormanda sessizce yürümeye devam ettik. Bu sessizlik tehlikeden ötürü mü yoksa Ares'in itirafından mı emin değildim fakat ağzımı açıp tek kelime etmeye cesaretim yoktu. Gözlerimi ilerideki büyük binaya kaymıştı, çok uzak mesafede olmasına rağmen o kadar muazzam görünüyordu ki görüntüsü beni hayran bıraktırmıştı. "Ares." diye fısıldadım. "O bina ne?"
Ares gözlerini benim baktığım binaya çevirdi. "Manastır." dedi, fısıldamamış normal konuşmuştu. "Ama terk edilmiş manastır. Büyülü, yanına çok yaklaşmamakta fayda var."
"Neden büyülendi?"
"Çünkü manastırın içinde lahitler var." diyerek yürümeye devam etti Ares, bu konu canını sıkmışa benziyordu fakat anlatmamazlık da yapmadı. "O lahitlerin içinde de bilgin büyücüler yatıyor. Büyüyü de onlar yaptılar, kendilerine. Manastıra on metre yaklaşırsan çığlık sesleri duyarsın, manastırın içine girersen bir daha çıkamazsın."
Merakla ona yaklaştım, bu tür konular her zaman dikkatimi çekerdi. "Ölüyor musun?"
"Bilmiyorum." diyerek omuz silkti Ares. "Girenler bir daha hiç çıkamadığı için içerisi hakkında pek fazla bilgimiz yok, sadece tahminlerimiz var."
Ares'in canı daha fazla sıkılmış gibi göründüğü için daha fazla soru sormadım. Yine sessizleşip Ares'in bir adım gerisinde onu takip etmeye devam ettim. Yaklaşık yirmi dakika sonra büyük bir kulübenin önünde durmuştuk. Ares elini kaldırıp beni durduktan sonra kulübenin kapısına gitti ve ritimli bir şekilde çaldı, bir tür şifre olmalıydı. Kapı bir dakika sonra ağır ağır açıldı. Yaşlı bir adam vardı Ares'e bakan. Uzun sakalı vardı fakat saçları yoktu, dört tane kolu, iki tane bacağı vardı. Gözleri kısıktı ve yüzü epey kırışmıştı. Ares ile kısık bir sesle bir şeyler konuştuktan sonra adam kenara çekildi ve Ares bana döndü. "Gel."
Adama kafamla bir selam verdikten sonra içeriye girdim. Ares omuzunda baygın yatan Atleco'yu divanın üzerine attıktan sonra yüzünü bana dönderdi. "Demir, bu Neteli. Nereli, zaten sen Demir'i biliyorsun."
Neteli kısık gözlerini bana çevirdi ve çok hafif bir şekilde gülümsedi. "Evinize tekrardan hoş geldiniz majesteleri." Önümde hafifçe eğildiğinde kendimi tuhaf hissettim. Bir sene önceye kadar kendi dünyamda sıradan bir insanken şimdi prens olmuştum. "Uzun yıllardır sizi bekliyoruz, geldiniz ve varlığınızla bile biraz olsun rahat nefes aldık."
Bir şey demedim, diyecek bir şey bulamadım. Sadece içten bir gülümseme ile bir kez kafamı salladım ve gözlerimi Ares'e çevirip Atleco'yu gösterdim. "Onu bu şekilde bırakamayacağız değil mi?"
"Birazdan onu kömürlüğe bağlayacağız." diyerek kılıcını sırtındaki kabından çıkarıp kenara dikkatlice koydu. "Sen geçip otur istersen, ben on dakikaya gelirim." Ares adama kafası ile bir işaret verildikten sonra Atleco'yu tekrardan sırtına alıp Neteli ile dışarıya çıktı ve beni burada yalnız bıraktı.
Adımlarımı içeriye çevirdim, büyük bir pencere vardı ve pencerenin önünde pek rahat durmayan divan duruyordu. Oturduğumda haklı olduğumu gördüm, divan çok fazla sertti. Arkama kırlent çekmek istedim ama kırlenti ne ile doldurmuşsa divandan da sertti. On dakika boyunca hareket bile etmeden oturmaya devam ettim ve sonunda Ares geldiğinde ayağa kalktım. "Hallettiniz mi?"
"Hallettik, kaçması imkansız." diyerek bana güvence verdi Ares ve elini koluma koyup aşağı yukarı okşadı. "Hava karardı, bu saatte orman çok tehlikelidir. Bugün burada kalalım, sabah olduğunda gideriz. Sana uyar mı?"
"Elbette." diyerek kafamı salladım. "Sen daha iyi bilirsin, nasıl istersen öyle yapalım."
"Ben bize akşam yemeği hazırlayacağım." dedi Neteli kısık gözlerini Ares'e çevirirken. "Siz rahatınıza bakın." Adam başka bir şey demeden odadan çıktı. Yaşlı görüntüsüne rağmen o kadar hızlı ve çevikti ki bu beni hafifçe güldürmüştü. 30 yaşında olmama rağmen ben bu kadar canlı hissetmiyordum kendimi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
pandora , GAY
FantasyHayatıma son vermek istediğimde bu sonun yeni bir başlangıç olacağını tahmin edememiştim. Bir avcıya av olacağımı bilememiştim. Normal bir dünyada doğmuştum. Herkesin insan olduğu, süper güçlerin olmadığı, fantastik dünyanın sadece kitaplar ve filml...