29.Bölüm
''Ömrümüzün son demidir, dönülmeyen o vedalar. Kuşatıldık zor yıllarda. Yarım kaldı hep o sevdalar...''________________________________________________________________________________________________________________________________________________________________________
Elindeki tahta kaşıkla pişirdiği tarhana çorbasını dalgın bakışlar ile karıştırıyordu genç kız. Yaprak yeşilleri boşluğa takılmış, yüreği pır pır etmekten öteye geçememişti. İçeriden Oktay'ın dinlediği radyo yayını duyuluyor, durmaksızın aynı cümleler ardı ardına kuruluyordu. Elleri her an böğürlerinde beklemekteydiler. Pencere kıyısından görünen manzara hiç iç açıcı değildi. Çıkmazın başında kocaman bir tank duruyordu. Silahlı askerler sokaklarda turluyor, ölüm sessizliği gönülleri avaz avaz çınlatıyordu. Tüm bunlara tezat kendini ocak başına sürüklemiş, emziren arkadaşının boğazından birkaç yudum sıcak sıvı geçsin diye çorba kaynatmaya koyulmuştu. Ne yapsındı? Başkası gelmiyordu ki elinden!
-Feride'm.' Duyduğu seslenişle başını çevirip bahçeden içeri elindeki küçük kova ile giren kocasına dönmüştü. Ne olur ne olmaz diyerek hem bahçeyi kolaçan etmek , hemde dün geceden herhangi bir delil kalmış mı diye bakmak istemişti Mehmed Tahir. Kovayı çeşmeye uzatıp yeniden doldurmaya koyulmuştu. 'Tam tahmin ettiğim gibi atladıkları duvarın kıyısından kapıya kadar kan lekeleri vardı. Az birşey kaldı. Onlara da su döktüm mü iz kalmayacak.'
Genç kız duyduklarıyla başını sallamış, kaşığı tencerenin kıyısına yavaşça vurarak tezgaha bırakmıştı. İçi hiç rahat değildi. Göğsünün ortasında kocaman ve kapkaranlık bir hissiyat vardı. Sanki her an kapı çalacak da askerler gelip hepsini yakalayacaktı. Nitekim birkaç saat evvel başını koluna yasladığı anda çektiği birkaç dakikalık uykusunda da birsürü kabus görmüştü. Loş ışıklı bir bodrum katında dikenli teller ardından güneşe bakmış, masmavi gökyüzü ortasında parıldayan Şimal yıldızını kara bir deliğin içinde kaybetmişti. Kollarını göğsünde kavuştururken derin bir iç çekmişti.
-Çok korkuyorum Mehmed Tahir. Elimiz kolumuz bağlı kalakaldık resmen. Kızcağızın da çok ağrısı var. Hiç değilse ağabeyimlere kadar gidebilseydim. Annemin dolabında hep bulunur kuvvetli ağrı kesici ilaçlardan.'
Genç adam doldurduğu kovayı yere bırakmış, karısına doğru birkaç adım yaklaşıp büyük avuçlarıyla omuzlarını kavramıştı. Ne kadar korktuğunu biliyordu. Nitekim kendisi de en az onun kadar korkuyordu. Lakin yapacak pek birşey yoktu. Ne yeni doğum yapmış bir kadını bebeğiyle askere teslim edebilirlerdi, nede onlara güvenmiş ağabeyini. Hem vakti zamanında Feride'nin onun yanında kalmasının, yediği ekmeğin içtiği suyun hakkıydı ödedikleri bu vefa. Uzanıp genç kızın alnına uzun bir buse bırakmış, yanağını sevgiyle okşamıştı.
-Korkma benim gün ışığım. Alnımızda ne yazı varsa onu yaşayacağız. Huda Mevla temiz niyetimize göre muamele etsin.'demişti kısık bir sesle mırıldanarak. Ölesiye korkmak , korkudan sağa sola saldırmak, kapana kısılmış gibi çıldırmak ona göre değildi. Tüm bunları şu içeride radyodaki anonsu yüz küsürüncüye dinleyen anarşist yapabilirdi ancak. Derken aklına gelenle hafifçe çatılmıştı kaşları. Bakışlarını ciddiyetle çevirmişti yaprak yeşillerine. 'Ben çıkıp askerlerle konuşacağım. Kız kardeşimin dün evlendiğini ve hasta olduğunu söyleyeceğim. Belki refakat ederek kapıdan da olsa görüşmeme müsaade ederler. Hem ilacı alırım , hemde Zehra ve Mahir'i görürüm. Korkmuş olmalılar.'
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ömür Çıkmazı 📻 (Tamamlandı)
Teen Fiction-Neden?'demişti sıcak nefesi genç adamın dudaklarına vururken. Uzun siyah saçları kirpiklerine takılmıştı. Ancak onu çekecek ne hali nede aklı vardı. Ona değen bedeni adeta karıncalanmıştı. Dolgun dudakları hafifçe titremişti. 'Neden kurtardın beni...