19.Bölüm
''Diyorlar ki sen delisin , hiç bu kadar sevilir mi?''__________________________________________________________________________________________________________________________________________________________________
Sevilmek güzel şeydi. Sevilmek ayaklarının yerden kesilmesi, yedi kat göğü vasıtasız gezmekti. Lakin sevmek... İşte bundan daha güzel birşey bilmiyordu. Çünkü sevilmek ne denli mutluluksa sevmek de bir o kadar umuttu! Ve göğsünün için mutluluk dolu umutlarla kaplanmışken bulutlar üzerinde uyur gibi sabaha ermişti Feride. Şıkır şıkır bir güneş vardı dışarıda. Bahçede kuşlar cıvıldıyor, araladığı pencereden içeri mis gibi çiçek kokusu sızıyordu. Hemencecik ayaklanıvermiş, üstüne Mehmed Tahir'in aldığı çiçekli elbiseyi geçirerek mutfağa geçmişti. Zehra ile dün akşam sözleşmişlerdi. Kahvaltıyı birlikte edeceklerdi. Çok değil, biraz sonra bahçeden girip çalardı mutfağın kapısını. Alt dolaplardan ufak bir emaye tencere bulmuş, içine üç yumurta koyup kaynamak üzere ocağa sürüvermişti. Hasene Teyze kayısı kıvamında severdi yumurtayı. Nitekim çokça yemek yemez, ama az ve öz besinlerle karnını doyururdu. Tuhaftı. Neredeyse doğduğundan beri bu eve girip çıkmış , bu mutfaktan kurulmuş sofralara oturmuştu. Lakin bugün sanki bu çatı altında ilk kez kahvaltı edecekmiş gibi hissediyordu. Bunda dün gece kıyılan nikahın etkisi olduğu muhakkaktı. Yoksa hakikaten denildiği gibi nikahta bir keramet mi vardı?
Yumurtalar pişmiş, büyük sininin üstüne zeytini, peyniri, ev yapımı kahvaltılık salçayı ve birkaç şeyi daha dizmiş, yenice demlenmiş çay için yanında sapı olan ince bellilerden koymuştu. Zehra hala ortalıkta yoktu. Uyuyup kalmış olamazdı. Nitekim her sabah mutlaka babaannesini yoklamaya gelir, kahvaltısını hazırlardı. Zihni düşünce doluyken çekmeceden sofra bezini alıp odaya yürümüştü. Herşey vardı. Ama ekmek dünden kalandı. Çıkıp taze ekmek almayı düşünmüştü ilk uyandığında. Fakat ne alacak parası vardı cebinde, nede çıkmaza çıkacak cesareti. Bir anda kalabalığa karışamayacağını anlamıştı. İçeri sükunetle girmiş, yaprak yeşilleri mütebessim bir vaziyette kıldığı kuşluk namazından selam veren yaşlı kadına dönmüştü.
-Hayırlı sabahlar komşuannem. Zehra hala gelmedi. Belki de nikahı duyunca Mehpare Teyze salmamıştır. Ama sen acıkmışsındır kuruyorum sofrayı.'demişti küçük odanın ortasına sofra bezini serip üzerine kenarda duran minik sehpayı koyarken. Hasene Hanım okuduğu duasını bitirmiş, avuç içlerini yüzüne sürdükten sonra başını sallayarak genç kıza dönmüştü. Onunda yollarda kalmıştı gözü. Uyandığından beridir sedirin ardındaki pencereden çıkmaza bakıp durmuş, ama Zehra bir türlü gelmemişti. Oturduğu yerden ağır hareketlerle kalkıp yerdeki sofra bezinin kıyısına çöküvermişti. Elleri yaslanmıştı ağrıyan dizlerine.
-Gelir o gelir. Kör olmayasıca anası iş tutuşturmuştur elcağzına.'demişti hoşnutsuz bir ses tonuyla. Gelininin torununu çalıştırıyor oluşundan memnun değildi. Annesi güya yaptığın banaysa öğrendiğin kendine niyetiyle yaptırsa da yazık değil miydi canım bir avuç canına ? Zaten yarın öbür gün evlendiğinde yine ona bakacaktı bu işler. Her kadın kendi evinin işini yapsındı ayol! Bir an duraksamış, aklına gelenle dönüp mutfaktan elindeki siniyle gelen kıza çevirmişti bakışlarını. 'Hem ne komşuannesi a kızım? Babaanne diyeceksin babaanne! Kelâm dediğin efsunludur derdi rahmetli ablam. Evvela kelâmına girecek ki ömrüne , kaderine yazılsın. Kocana koca, anasına ana, babasına baba demeden geçme emi?'
Sofranın diğer ucuna gülümseyerek çökmüştü Feride. Başını anladım der gibi sallamış, ellerini uzatıp tepside duran küçük çaydanlığın saplarını sıkıca kavramıştı. Hasene Teyze'ye babaanne demekte ne vardı ki? Bittabi söylerdi. Hatta büyük bir mutlulukla söylerdi. Nitekim kendi babaannesini erken kaybettiğinden onu hep babaannesi yerine koymuştu. Hissettiği şeyi söylemek güç değildi. Lakin Mehpare Hanım'a anne, Cemal Bey'e baba deme noktalarında zorlanacağı muhakkaktı. Üstelik onların oğullarının kendisiyle evlenmesini istemediklerini biliyordu. İstenmeyen gelinken anne, baba diye hitap etmek kolay mıydı? Bardaklara çayları doldurmuş, yumurtaları minik ayaklıklara oturtup önlerine yerleştirmişti. Derken bir anda sokağa bakan dış kapı alacaklı gibi çalınmaya, hatta yumruklanmaya başlanmıştı. Korkuyla irileşmişti Feride'nin gözleri. Kapı ilk çaldığın Zehra'nın geldiğini düşünerek kalkmak için atak yapmıştı. Ama hem bu kapının çalınışı hayır gibi değildi, hemde Zehra ön kapıyı değil genellikle bahçeden girip mutfak kapısını kullanırdı. Hasene Hanım zorlukla ayaklanmış, bastonunu alarak başını sallamıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ömür Çıkmazı 📻 (Tamamlandı)
Novela Juvenil-Neden?'demişti sıcak nefesi genç adamın dudaklarına vururken. Uzun siyah saçları kirpiklerine takılmıştı. Ancak onu çekecek ne hali nede aklı vardı. Ona değen bedeni adeta karıncalanmıştı. Dolgun dudakları hafifçe titremişti. 'Neden kurtardın beni...