Annemlerle kızlarla buluşacağımız kafeye gittik. Bu işletmenin sakinliğini seviyorduk. Az ses az insan oluyordu hep. Bu yüzden tercihlerimiz arasında bir numaraydı.Mekândan içeriye girerken önce çok küçük bir alana girdiğinizi zannediyorsunuz. Hatta burada ne işimiz var minicik, ruhum sıkılır benim de diyebilirsiniz. İlk geldiğim gün ben aynen böyle söylemiştim. Ama iç kısmı geçip bir kapıdan tekrar geçiyorsunuz ve muazzam bir saklı bahçeyle karşılaşıyorsunuz. Geniş bir alana yayılmış masalar rengarenk çiçekler ortaya da harika bir tasarımı olan küçük bir süs havuzuyla sizi karşılayan ferah bir ortam. Hazine havuz kenarındaki masa için az mücadele etmemişti. Şimdi aklıma o günler gelince gülüyorum.
Ufacık anlatayım...
Okula yeni geldiğim, insanlara ürkerek yaklaştığım dönemlerdi. Sanırım bir ay geçmişti. Hazine ve Nermin çıkışta seni bir yere götürmek istiyoruz ama sürpriz olsun demişler ve itiraz kabul etmemişlerdi. Onlar önden gitti ben arkadan arabamla takip ettim. Bulunduğu semt nezih bir yerdi. Ama mekânın dış görünüşü için aynı şeyi söyleyemezdim. Gerçekten dökülür vaziyetteydi. Arabayı park ederken içimden epey söylenmiştim. Nereye getirdi beni bunlar diye. Kızlar birbirlerine bakıp gülüyorlardı. Tabii onlar daha önceden keşfettikleri ortamı bildikleri için rahatlardı.
Kapıyı açıp içeriye girdik. Kapıda duran çan yeni müşteri geldiğini belirtene kadar ortada garson veya müessese sahibini görmemiştim. Bir anda her bir yandan temiz giyimli insanlar gelip hoş geldiniz dediler. Giriş kısmı çok salaştı. Küçük tabureler vardı. Şaşırmıştım. Belki de çayı kahvesi için burayı seviyorlardı. Garson bizi yönlendirdi. Bir kapıya doğru ilerledik. Ne oluyor ya? diye endişelenmedim değil. Kim olsa afallardı. Ayaklarım geri geri gitmeye çalışıyordu ama kızlar buraya geliyorsa var bir bildikleri diye cesaretime tutunuyordum. Kapının önünde durduk. Benim şahane arkadaşlarım kalpten gitmem için "Hazır mısın? Eğer gitmek istersen köprüden önceki son sapaktasın. Ya arkanı dön git ya da bizimle devam et!" Eh Yusuf Yusuf ettim bu laftan sonra yalan değil. Hala tutunduğum cesaretimle yapın şovunuzu dedim. Ve gerçekten şov yaptılar.
Kızlar kapıdaki halime kahkahalarla gülerken garson kapıyı açtı. Gördüklerime inanamamıştım. "İnanmıyorum!" diyebildim. Hani güzel yerler için derler ya cennetten bir bahçe diye. Aynen öyleydi. Kapının önünde ne bir cam ne de orada ne olduğuna dair bilgi veren bir şey vardı. Ben şaşkınlıktan kapı ağzında kalmışken kızlar koluma girip beni ilerletmeye başladılar.
"Yavrum o ne panikti öyle? Ay Nermin kameraya alsaydık keşke. Seni nereye getirdiğimizi sandın? Ay dur söyleme tahmin edebiliyorum. Ahaha."
"Sana söylemiştim ön bilgi verelim yoksa korkar diye beni dinlemedin Hazine."
"Kız bunun zevki burada."
Kapı girişinde durup her yere baktım. Güzelce tasarlanmış bir bahçe. Orta kısma yerleştirilmiş şahane bir havuz ve etrafına yerleştirilmiş masalar. Göz alabildiğine büyük bahçenin her yerine masalar, sandalyeler, armut tipi minderler ne tarz isterseniz vardı. Gözüme çarpan kocaman bir kafes dikkatimi çekti. İçinde her renkten muhabbet kuşları vardı. İnsan ortamın güzelliğine kapılıp gidiyordu sanki. Huzur. Evet doğru kelime huzurdu.
Havuz başındaki masaya geçtiğimizde Hazine başladı anlatmaya. Ne zaman burayı keşfettiğinden girdi söze. Masa konusunda titizdi. Ne zaman gelse havuzun başındaki bir masa ona hazırlanıyormuş. Boş değilse bekletiyorlarmış. Çıkacak hikâyeye gelin.
"Şimdi canımcığım. Ben burayı keşfettiğimde bir hafta gelip gittim. İlk bu masaya oturmak nasip olmuştu. Sonraki geldiğimde masada oturan müşterilerin kalkmasını bekledim hep. Baktım olacak gibi değil, garsonla konuştum. Bana bak delikanlı ben geldiğim zamanlarda o masayı ne yapıp ne edip bana ayarlayacaksın dedim. Çocuk afalladı. Abla nasıl yapayım dedi. Abla deme çarparım dedim. Baktı ki karşısında zor biri duruyor. Valla hanımefendi benim elimde değil ki. Ben patrona söyleyeyim ona göre hareket ederiz dedi. Kaç gün geldim gittim baktım beni hep kenar masaya yerleştiriyorlar. Önemsemedim. Patrondan ne cevap çıktığını sordum. Çocuk cevap yok henüz diyor. Yine geldiğim bir gün beni yine kenar masaya oturttular. E yeter artık dedim. Bu masa ben geldiğimde benim olacak. Gerekirse adımı kazırım dedim. Arkadan bir ses geldi. Adınızı öğrenelim o zaman dedi. Arkamı bir döndüm. Bahçenin güzelliğinden öyle gördüm sandım. 'Allah'ım cennetten Nuri mi düştü' diye sesli düşünmüşüm. Adam bir gülümsedi. İnsan değil kesin melekti. Dile gelip elini uzattı. "Maalesef cennetten düşen Nuri değilim. Ben Ozan. Bu müessesenin sahibiyim." dedi. Biz kırılıyoruz gülmekten Nermin'le. Bir de bu kadar şeyi kısık sesle anlatıyor. Masaya iyice eğilmiş durumdaydık. Sessiz olun dedi ve devam etti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YİNE Mİ HÜSRAN? (Tamamlandı)
Lãng mạnGökçe'nin hikayesidir bu. Lise sıralarında başlayıp 8 yıl süren bir aşk. Üniversiteye gitmeden verilen bir söz. Aileler arasında takılan bir nişan. Düğüne yakın terk ediliş... Gökçe ve Ceyhun liseden itibaren birliktedirler. Üniversiteyi bitirip...