"..Sayısız gece geçmiş, omega mutluluğu rüyalarında yaşamıştı. Sayamadığı kadar gece geçtikten sonra güneşin ilk ışıklarıyla yeniden doğmuştu.."
Gece yarısı ansızın bir dürtüyle uyandı Kyungsoo, yatağında sere serpe uzanmış kıyafetleri değiştirilmemiş haldeydi. Havada asılı kalan vanilya kokusu onu buraya kimin getirdiğini hatırlatırcasına süzülüyordu. Karanlık odaya boş gözlerle bakarken içinin titrediğini hissetti, bir ateşi çıkıyor bir düşüyor gibiydi. Yavaşça ayağa kalkarken yere fırlatılmış hırkaya değdi ayağı. Minjun'un hırkasını yerden alıp yatağa bırakırken yavaşça dolabına ilerledi. Ufak para kesesiyle Jiho'nun hırkasını da yatağa bıraktı. Bir süre onlara bakarken yine ateşinin yükseldiğini hissetti. Halsiz bir şekilde banyonun olduğu yere ilerledi. Banyoda söndürülmemiş hafif bir ışık vardı, içerisi en az kendi odası kadar büyük duruyordu. Ufak camdan sızan ay ışığı içeriyi aydınlatmaya çalışan loş ışığa elinden geldiğince destek veriyordu sanki. Üzerindeki uzun kollu üstü zor bela çıkardı, büyük mermer lavaboya doğru kendini sürükledi. Aynaya yansıyan görüntüsüne baktığında kendisini tanıyamadı, ela gözleri daha parlak bir hal almış neredeyse yeşile dönmüş gibiydi. Ne olduğunu düşünecek kadar sağlıklı kafada değildi, gördüklerinin uyku mahmurluğuyla gördüğü şeyler olduğunu düşünüp buz gibi suyu yüzüne çarptı.
Soğuk su düşünceleri açmıyor, kafasındaki ağrıyı sıcaklığı almıyordu. Suyu kapatıp odaya doğru zor bela gittikten sonra vanilya kokusunun daha yoğun olduğu yere doğru ilerledi bilinçsizce. Kapının önüne geldiğinde duraksadı, sıcaklığını hafifleten vanilya kokusunun bir anda neden kesildiğini anlamaya çalışır gibi kapıya baktı. Kapıyı araladı, kokuyu takip etti, koridorun başındaki ikinci odanın önünde geldiğinde sanki kafasındaki ağrı yok olmuş gibi hissetti. Bir süre kapının önünde durdu, ne yapacağını bilmiyordu. Daha fazla düşünmek istemediğinden kapının önüne çömelip alnını soğuk duvara yasladı. Koca koridor, gece vakti ürkütücü duruyordu. Birçok penceresi vardı, pencereden sızan ışıklarla şerit şerit yolu aydınlanıyordu. Büyük halı ise sanki daha çok gösteriş yapmak istercesine kabarmış gibi duruyordu. Zihninin oyuncu yanı Kyungsoo ile dalga geçerken vanilya kokusu onu sarmalıyordu. Kendisinden yayıldığının farkında olmadığı çiçek bahçesi, özlemini gidermek adına havada süzülen vanilyaya karışıyor insanın içini ferahlatan sevimli bir kokuya dönüyordu. Bir süre sonra yine gözlerinde güç kalmadığını hissetti, kafasını yasladığı duvara bedenini yaslarken uyuyakaldı.
Alfred, efendisine 10 seneden fazladır hizmet ediyordu, çok küçük yaşlardan itibaren ordunun ön saflarında çarpışan Jongin onun gözünde hizmet edilmesi en mükemmel insandı. Yaptığı tüm işleri noksansız, tam ve hızlıca olurdu. Şimdiye kadar hiçbir eksiğini görmediği efendisine bakarken neredeyse kendi çocuğuymuş gibi gurur duyuyordu. Ellili yaşlarının sonuna gelmişti, artık yavaş yavaş efendisinin bir yuva kurmasını en içten isteyen insanlardan biriydi. Bir süre efendisine bu konuda baskı yapsa da savaş meydanlarının kendisi için çok daha rahat bir yer olduğunu savunan efendisine daha fazla bir şey diyememişti.
Jongin, şimdiye kadar asla zamansız ve plansız bir iş yapmamıştı, bunu en iyi Alfred bilirdi. Her gün sabaha karşı 5'te uyanır, atıyla kale çevresini gezer. 7'ye doğru kaleye geri dönerdi. 8 gibi odasında banyosunu yapmış, üzerini değiştirirken Alfred'in kendisine gün hakkında rapor vermesini dinlerdi. Saat 8.30'da masanın başında, hafif bir kahvaltı yapar 10'dan itibaren savaşçıları isyan edecek raddeye gelene kadar kılıç çalışması yapardı. Genelde 16.30 gibi evrak işleri için çalışma odasına çekilir, akşam yemeğini bile o odasında yer uyurdu. Alfred, bu kadar çalışkan, sistemli bir efendisi olduğu için her zaman kendisini şanslı saymıştı, ta ki bu sabah kapının önünde olanları görene kadar. Saat 5'te efendisinin uyandığını bildiğinden odasını kontrol etmek amacıyla çıkmış, efendisinin kapısının önünde dün getirdiği misafirinin yarı çıplak, ateşler içerisinde uyuyakalmış halde bulmuştu. Bu terbiyesizlik karşısında dili tutulmuş, adeta başından aşağı kaynar sular dökülmüş gibi hissediyordu. Merdivenlerin başında geçirdiği 1 dakikalık içsel çatışma sonucu efendisinin kapısına yaslanmış olan misafire yönelmişti. Tam eğilip alnını kontrol edecekti ki Jongin kapıyı büyük bir hızla açıp Alfred'e baktı. Bal rengi gözleri şaşkınlıkla Alfred'e bakarken onun kolunu takip etti, kapısının önünde nefes nefese uyuyan Kyungsoo'ya gelmişti. Az önce şaşkınlıkla açılan bal rengi gözler kararmış, yerini tehditkar bir hava bırakmıştı. Betalar alfaların feromonları az da olsa hissederdi fakat bir omeganın feromonlarını fark edemezlerdi, havada yayılan tatlı çiçek kokusu alfaya hücum ederken zihni alert halini aldı 'Ona zarar gelecek!'
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Syndari
FantasyHa Kyungsoo ergenlik dönemine girdiğinden beri devamlı aynı rüyaları görüp duruyordu, ölümün pençesinden çaresizce kaçarken sık ağaçlı ormanda kendisini izleyen kırmızı gözlü canavarlar onu ne zaman düşecek diye kana susamış bir şekilde, her gece iz...