Hyuk ve Hansoo'ya odanın çevresinde durmalarını söyledikten sonra Jiho ve Minjun ile birlikte dışarı çıktılar. Minjun'un hızına yetişebilmek için Jiho ve Jongin büyük çaba sarf ederken arka bahçenin dış duvara yakın bir noktasına kadar koştular. Minjun gözden kaybolduğunda Jiho bir noktayı işaret etmişti "Şu bölgelerde bir açıklık var, suikastçileri bulduktan sonra devriye gezerken Minjun'la fark ettik. Daha önce olmayan bir boşluk var.." Jongin kaşlarını çattı gerçekliği hakkında şüpheli bir şekilde dedikleri alana ilerledi. Duvar dibine vardıklarında ufakta olsa gerçekten bir açıklık olduğunu fark etti. Rahatsız bir şekilde duvara ve çevresine bakarken yarından itibaren karış karış tüm duvarı gezmeyi kendisine not etti. Biraz daha ilerledikten sonra duvarın dibinde kendilerini bekleyen Minjun çevreye bakıyordu. Geride kalan iki kişi de vardıktan sonra duvar boyu ilerlediler, Jongin çevreye bakarken Minjun ona döndü "Bu duvarlar ne zaman yapıldı?" Duvarlara vura vura ilerledi, eksik bir şeyleri arar gibiydi. "Yapılalı en az 8-9 sene oldu. Yapım süresi de en az o kadar sürdü." Minjun kafasını salladığında varmaları gereken noktaya ulaşmışlardı. Büyük bir çınar ağacının dibinde taş bir oluk vardı. Minjun oluğun önündeki büyük kayayı rahatça kaldırıp kenara koyduğunda Jongin karşısındaki adamın gücünü kestirmeye çalışıyordu. Elini silkelerken kafasıyla işaret etti "Abi siz önden inin, ben hazır buraya gelmişken bir tur daha çevreye bakıp geleceğim." Jiho kısaca tamam derken oluğun içine ilerledi. Jongin de ardından hızlıca ilerlediğinde Minjun taşı eski yerine yerleştirdi. Hafif aydınlık yol taşın yerine koyulmasıyla zifiri karanlık olmuştu. İki alfa gözleri karanlığa alıştığında yavaşça ilerlediler. Sessiz geçen birkaç dakikanın sonunda su sesine benzer bir ses duymaya başladılar. İlerledikçe bir noktada hafif aydınlık görünmeye başlamıştı. Jiho, Jongin'in önünde ışığın olduğu yere ilk varan kişiydi, ardından gelen Jongin gözlerini kamaştıran ışığa karşı gözlerini kısarken şaşkınca içeriye baktı.
Birkaç kristalin birikmiş kaynak suyun içerisinde parladığını fark etti, ufak bir mağaraya benzeyen yer oldukça geniş duruyordu. Yer yer sarkıtlar ve ufak su birikintileri bulunan yerde Jiho sakince ilerledi. Böyle bir yerin varlığından bile haberdar değildi Jongin, kendi bölgesinde böyle bir şey nasıl olabilirdi hala onun şaşkınlığıyla çevreye bakıyordu. Bir noktadan sonra sarkıtlardan birine bağlı cübbeli birinin önünde durdular. Jiho yerden ayakları kesilmiş kişinin yüzüne tokat attığında ses boşlukta yayılmıştı. Jongin hala buranın varlığına mı yoksa birinin varlığına mı şaşırmalıydı emin olamamıştı. Tokat atılan kişi öksürürerek kendine gelirken yüzünü kaldırdı. Maskeli yüzündeki gözleri nefretle yanıyordu. Jiho küçümseyerek güldü "Bana o şekil bakman sikimde değil biliyorsun değil mi? Daha korkutucu görünmek için biraz çaba sarf et orospu çocuğu." Bir kez daha tokat attığında maskenin altından kan sızmıştı. Jongin cübbesi çekili olan adamın ne olduğunu maskesine bakarakta anlamıştı; tapınak rahiplerinden biriydi. Jiho Jongin'e döndü "Geçmiş yaşamında muhakkak denk gelmişsindir bu piçlerden birine. Özledin mi?" Jongin gördüğü maskeyle anıları zihninde oynadı, öfke damarlarında gezerken bir anlık öldürme isteğiyle ileri atılmıştı. Jiho tarafından tutuldu "Dur bakalım, sakin ol önce bundan alabileceğimiz ne varsa alalım. Sonra nasıl öldürmek istersen öldürebilirsin." Jongin kızıl gözlerle Jiho'ya baktığında ona kafasını sallayan alfayla zihni az da olsa toparlandı. Kafasını salladığında Jiho onu bıraktı. "Şimdi, kaldığımız yerden devam edelim.."
Kyungsoo Jongin'in odasında yatıyor olsa da içi huzurlu değildi. Konuşulan onca şeyden sonra abileriyle Jongin'in gitmesi içini kemiriyordu. Yataktan kalkıp kapıya ilerledi, yavaşça araladığında kapının önünde esneyen Hyuk'a denk geldi. Kaptan tek gözü kapalı esnerken Kyungsoo'ya baktı "Haah.. prenses? Uyumadın mı?" Kyungsoo üzgün bir şekilde kafasını iki yana salladığında Hyuk gülümseyip saçlarını karıştırdı "Korkunç bir rüya mı gördün yoksa? Uykun kaçtı sanırım.. ne yapsak?" Çevreye bakarken iç çekti. Kyungsoo onun gömleğinin ucunu tutup çekiştirdi. Kendisine bakmasını sağladıktan sonra fısıltıyla sordu "Jongin ve abimler.. nereye gitti biliyor musun?" Hyuk bilmediğini söylediğinde üzgünce Hyuk'a baktı. Şövalye omeganın üzgün olmasına kıyamadı onun bileğini hafifçe tutarken odadan çıkmasını sağladı "Ben içeri giremem ama seni kaçırabilirim prenses. Hadi gel bakalım, Hansoo'yu da yanımıza alıp biraz dolaşalım." Kyungsoo teklifi reddettmek istese de şu an bu kafa karışıklığıyla da uyuyamayacağını bildiğinden kabul etti. "O zaman ilk görev, Hansoo'yu bulmak. Acaba nerede olabilir.." Hyuk kendi kendine mırıldanıp rahatça ilerlerken Kyungsoo da arkasından onu takip ediyordu. Sarayda uyanık sadece birkaç nöbetçi şövalye dışında kimse olmadığından büyük ve ıssız duruyordu. Çevresine bakınırken hatıraların etkisiyle her an bir yerden bir şey çıkacak diye korkuyordu. Korkusu artınca ister istemez Hyuk'a yanaştı Kyungsoo. Her karanlık köşeye daha dikkatli bakmaya, daha iyi çevreyi duyabilmek için odaklanmaya başladı. Bir noktadan sonra fazla odaklandığı için nefes sesi bile ona fazlalıkmış gibi geldi nefesini tuttu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Syndari
FantasíaHa Kyungsoo ergenlik dönemine girdiğinden beri devamlı aynı rüyaları görüp duruyordu, ölümün pençesinden çaresizce kaçarken sık ağaçlı ormanda kendisini izleyen kırmızı gözlü canavarlar onu ne zaman düşecek diye kana susamış bir şekilde, her gece iz...