Sultan Ahmed'in odasından çıkan Handan Sultan'ın hemen ardından, Anastasia gelmişti odaya.... Yine biricik aşkını ziyaret etmek istemişti. Gelmesiyle beraber koyu sohbetlerin başlaması da bir oldu tabii... Yanyana, yerdeki bir mindere oturan ikili, upuzun sürecek derin bir muhabbete başladılar;
"Bugün neler yaptın Anastasia ?.."
"Pek bir şey yaptığım söylenemez... Öyle uyandım, meyve falan yedim - canım kahvaltı etmek istemedi bugün nedense - sonra üstümü başımı giyindim, biraz kalfalarla bahçeye çıktık.. Ama tabii aklımda hep sen vardın..."
Ahmed sesli bir şekilde gülümsedi...
"Senin beni düşünen o aklını bile sevesim geliyor bazen.... Seni o kadar çok seviyorum ki.... Zümrüt yeşili gözlerin... Mah'dan ak yüzün, rengini kestaneden alan dalga dalga saçların.... Sadece bunlar mı ?... Ben seni sen olduğun için seviyorum !... Oysa kim bilir belki de senin gibi yeşil gözlü, beyaz tenli, kestane rengi saçları olan kaç tane kız vardır ama işte sen başkasın !.. Sen özelsin !... Sen Mahpeyker'sin !...."
Anastasia bir anda irkildi... Şaşkın şaşkın sordu hemen. "O nereden çıktı ?!..."
"Nicedir düşünüyorum... Senin gibi bir meleğe, nasıl bir isim konulur diye... Ve işte.. Sonunda buldum !.. Sen Mahpeyker'sin !.. Benim Mahpeyker'im !...."
"A..a..a..ama ben ne diyeceği bilemiyorum.... Bu..bu isim bana çok yabancı... Ve çok güzel !... Şu an o kadar şaşkınım ki...."
Ahmed, Anastasia'yı yakalayıp göğsüne yatırdı....
"Merak etme... Seni benden iyi kimse anlayamaz...."
Bu sözleri işiten Anastasia'nın yüzü güldü bir an.... Gözleri, uykusu gelmiş gibi yuvalarına çökmüştü...
Bu aşk dolu anlar, epey bir sürdü... Birbirlerine etmedikleri iltifat, söylemedikleri güzel söz kalmadı... Birbirlerini ne kadar çok anladıklarını, birbirlerine ispat etme çabasındaydılar sanki... Birbirlerini o kadar çok seviyorlardı ki, "benim onu ne kadar düşündüğümü eksiksiz bilsin" diyorlardı... Bu onlar için bir seçenek değildi... Zira aksi, onlar için korkutucuydu.... Sevgisini gösterememenin korkusu....
Nihayetinde bu aşk sohbetleri bitti ve sıra akrabalardan konuşmaya geldi.... Anastasia açtı ilk konuyu....
"Düşünüyorum da... Kardeşin Mustafa'nın ve annesi; Halime Sultan'ın Eski Saray'da kalması bile ne kadar acı bir şey... Allah'tan ben giderlerken burada yoktum..."
"Bu ne ki Mahpeyker ?.. Bundan önce, daha beterleri yaşandı bu devlette... Kardeş kardeşe, baba evlada kıydı.. Devlet için, istikbalimiz için tüm bunları göze aldı atalarım !.... Ama bu, o zamanın şartlarıydı.. Şimdi ben varım... Artık bunu değiştirmenin vaktidir !.."
"Nasıl yani ?.."
"Tahta yeni çıktığım için, daha aklımdakileri yerine getiremedim elbet... Hayırlısıyla tez zamanda inşaallah, kardeş katli yasasını kaldıracağım !.."
Anastasia bir anda irkildi yine... Ahmed'e doğru oturup yüzüne dikkatlice ve şaşkınca baktı...
"Bunu nasıl başaracaksın ?!.. Ataların bu kaideleri devleti korumak için koymuş... Bunlar, çok köklü kaideler.. Değiştirmek çok zor olacaktır.."
"Daha zorlarını yaşamamak için, buna katlanacağım !..."
Anastasia bir şey diyemedi... Çünkü Ahmed haklıydı... Biraz sonra Ahmed, Anastasia'nın suskunlaştığını farkedince yine isim mevzusunu atıverdi ortaya;
"Sana bu isim çok yakışacak !... Derhal seni Müslüman yapıp, kulağına ismini fısıldamalı..."
"Çok isterim !..."
Ahmed yine güldü... Ve aklına bir şey geldiğini belli eden bir surat ifadesiyle yine başka bir konuya atladı;
"Senin Türkçe'n de epey iyi..."
"Evet, sizin ülkenize çok yakın olduğumuz için sular seller gibi biliyordum zaten kendimi bildim bileli... Zaten oralardaki çoğu kişi de bilir Türkçe...."
Birkaç gün sonra Ahmed, Anastasia'yı Müslüman yapmak için odasında ona şaadet getirtti... Birkaç sure kuran okuduktan sonra da, kulağına şu cünleyi 3 kere fısıldadı; "Senin adın Mahpeyker..."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KÖSEM: Gücün Zirvesi
Ficción históricaÖyle bir kadın ki... Güçlülerin güçlüsü. Kudretli sultanların en zirve basamağı. Tek bir lafıyla istediği yerine getirilebilen.. Emir bekleyen değil, bizzat emirleri veren ve imparatorluğu idare eden bir kadın. Osmanlı'nın ilk ve tek kadın padişahın...