Safiye Sultan, Eski Saray'a İngiltere Kraliçesi'nin ona yıllar önce hediye ettiği at arabasıyla birlikte gidiyordu.. Şimdilik hayatında ve gücünde tek değisen şey, yaşadığı saray olacaktı. Aldığı maaş aynıydı, devlet işlerine karışması - gözlerden uzaktayken - belki şimdi çok daha kolay olabilirdi. Bugüne kadar kazandıklarını hesaba katarsa, Eski Saray'a sürülmesi, bir Ejderha'ya iğne batırılmasıyla eşit sayılabilirdi. İçinden düşünüyordu da... Kaideler, kurallar.. Eğer padişah karşı gelirse, bunların kaç tanesini uygulamak zorunlu olurdu ? Eğer Ahmed isteseydi, napar eder onu saraydan göndermeyebilir ve Büyük Validesi'ne böyle bir hakareti reva görmeyebilirdi. İçinden bunları düşündükçe ister istemez Ahmed'e karşı sinirleniyor, ve onu suçlu görmeye başlıyordu.
At arabasının sarsıntıları, düşüncelerinin uzun sürmesini engelliyor ve onu kafasının içinden çıkartıp gerçek Dünya'ya geri getiriyordu. Bu bile canını sıkıyordu.. Sinirleri bozuktu.
"Kahrolası araba, niye sallanmadan gitmez ki ?!" diye bağırdı oturduğu sedire vurarak.
Tam karşısında oturan nedimesi Gülsüm Hatun, Safiye Sultan'ın bu öfkeli halini görünce söz açtı..
"Sultanım.. Sakin olun. Sinirlerinizin bozuk olduğunu biliyorum, lakin düşündükçe daha çok sinirleneceksiniz.. Yapmayın. Kendinize böyle zarar veriyorsunuz."
"Bana verilen zararı düşünüyorum Gülsüm !.. Sence benim kendime verdiğim zarar, bunun yanında ne kalır ?.. Gelmişim kaç yaşıma.. Bu vakitten sonra o virane sarayda nasıl yaşarım ? Yapayalnız.. Sessizce... Düşündükçe daralıyorum !"
"Sultanım, belki konuşsaydınız bi çaresi..."
"Konuşmadım mı sanıyorsun ?!.. Son raddesine kadar zorladım.. Lakin Nuh dedi, Peygamber demedi. Küçücük çocuk ! Belli ki aklına annesi girmiş."
"Konuşun sultanım.. İçinizi dökün. Ben sizi dinlerim. İçinize atmayın."
"Dur Gülsüm, sen de üzerime gelme Allah aşkına ! İnan bana içimden geçen her şeyi bilmek istemessin.. Ahmed sürekli gözümün önüne geliyor.. Kendime engel olamıyorum. Ona karşı kin besliyorum sanki.. Hele o Handan.. O az yılan değil ! Şimdiye daireme taşınmışsa şaşırmam. Ahmed'e lanet olsun !"
"Demeyin öyle sultanım.. O sizin torununuz. Elbet hatasını anlayıp sizi geri çağıracaktır."
"Ben o tahta çıksın diye hep arkasında durdum Gülsüm ! Hep el üstünde tuttum onu ! Bedeli bu mu olacaktı ?!.." Bunları söylerken gözleri dolmuştu Safiye'nin.
Gülsüm bir şey diyemedi, boynunu büktü. Safiye de içindeki sıkıntıdan faytona sığamadığı için pencereden dışarıya bakıp nefes almaya ve ferahlamaya çalışıyordu.
Biraz sonra araba durdu. Eski Saray'ın girişindelerdi artık. Gülsüm önden aşağıya inip, Safiye Sultan'ı karşılamak için elini uzattı. Safiye, Gülsüm'ün elinden tutunarak yavaşça aşağıya indi ve karşısında Topkapı Sarayı'na nazaran küçük ama diğer saraylara göre yeterince büyük olan, kudretli mi kudretli Eski Saray'ı gördü. Gözleriyle onu süzerken, ayakları yere bastı.
"Her ne kadar gelmek istemesem de, özlemişim." dedi Safiye. "Sanki bu bahçede ayrı bir huzur, ayrı bir hava var.." diye ekledi.
"Evet sultanım.. Her şeyden, herkesten uzak.. Huzurlu bir hayat bekliyor sizi. Bence burası size iyi gelecek. Düşmanını yakınında tutmayan Handan Sultan düşünsün. Sizden çekeceği var."
Safiye gülümsedi.. Tam bu sırada sarayın kapısından çıkagelen Halime görüldü. Yanında Safiye'nin ufak torunu Mustafa da vardı. Tabii saray adabında çocuğun babannesine koşarak sarılması uygun düşmüyordu. Bu yüzden ikisi birden yavaşça yaklaştılar...
Bu manzarayı pür dikkat seyreden Safiye, kafasını dahi çevirmeden Gülsüm'e gecikmeli bir cevap verdi.
"Sırada Halime var..."
Halime ve Mustafa sonunda Safiye Sultan'ın huzurundalardı. Gelir gelmez selam durdular.
"Sultanım.." diyerek selam verdi Halime. "Afiyettesinizdir inşallah."
"Çok şükür. Torunumu gördüm, daha iyi oldum.... Naber Mustafa ?" Safiye elini uzatarak minik şehzadenin yanağını sıktı.
Mustafa gülümsedi. Bunun üzerine Safiye, Mustafa'yı kucağına aldı. "Çok özledim seni.." dedi sevecen bir tavırla. Yanağından öptü. Sarayın kapısına doğru yürümeye başlarken "Ben yokken neler yaptön bakalım ?" diye sordu.
Halime, orada yokmuş gibi davranılmasından içten içe sinir olmuştu. Safiye ve Mustafa önden ilerlerken Halime, hizasında yürümekte olan Gülsüm'e bir baktı.. Ona bir şeyler sorabilir miyim diye düşündü ama Safiye Sultan'ın en sadık hizmetlisinin ona asla ihanet etmeyeceğini farkederek bu fikrinden vazgeçti. Lakin Gülsüm'ü meraklı gözlerle süzmesinin bir bedeli oldu; Gülsüm'ün tersleyen ve umursamaz bakışları...
Safiye Sultan hemen dairesine çıktı. Odası her ne kadar hazırlanmış olsa da hala hasvet ve havasızlık içindeydi. Hemen camları açtırdı hatunlara.
"Hava da soğuk... Tam kar mevsindeyiz. Keşke ben gelmeden önce biraz havalandırsalardı.." Biraz dudaksadıktan sonra ekledi. "Neyse, hemen şömineyi hazırlayın.. Odanın bir an önce ısınması lazım. Camları da biraz sonra kapatırsınız.."
Odadaki kalabalık grup, dediklerini harfiyen yapmak için bir o yana bir bu yana koşuşturup duruyorlardı. Karnı acıkan Safiye, tasta elini yıkattırıp mutfaktan bir şeyler getirilmesini emretti.
Safiye, şimdilik bu huzuru bozmak istemiyordu. Biraz kafasını dinleyecek ve yalnızlığın keyfini çıkaracaktı. Bu bu yüzden Halime'yle hiç görüşemediler bile. Safiye ertesi güne kadar odasından yalnızca bir kere çıkmıştı. O da bahçede hava almak için.
Ertesi sabah ise Halime'ye Topkapı Sarayı'ndan haber gelmesiyle beraber zaten bir daha kolay kolay görüşmeleri de mümkün olmayacaktı. Halime haberi aldığında tedirginleşti lakin gitmekten başka çaresi yoktu.. 1-2 saate hazırlanıp Safiye Sultan'la vedalaşmak için onun dairesine gittiler.
"Sultanım, vedalaşmaya geldik... Sultan Ahmed, bizi Topkapı Sarayı'na çağırmış. Bundan böyle orada kalacakmışız."
Safiye tedirgin bir şekilde ayaklandı.. Birkaç saniye sessiz kaldı ve ardından yalnızca iki kelime sarfedebildi.
"Dikkatli olun.."
"Ha bu sarayda karşı çıkmışım, ha o sarayda. Hiç değilse tuzak mı değil mi anlarım."
"Ben birçok evladımı kaybettim Halime.. Her ihtimali düşünmemiz lazım. Siz yine de dikkatli olun. Eğer bu vakitlerde bu çocuğa bir şey olmazsa, bir daha kolay kolay olmaz. Olacağına na pek ihtimal vermem zira hanedanımızın soy tehlikesi ortada. Mustafa tek şehzademiz..."
"Şehzadem Mahmud'un kabahati tek olmaması mıydı sultanım ?.." Halime ağlamaya başlamıştı. "Bir oğlum sizin yüzünüzden mezarda.. Şimdi diğer oğlumu korur olmuşsunuz.."
"Halime !.. Senin dilin hiçbir zaman kısa olmadı ki, şimdi olsun. Kaideleri ben koymuşum gibi konuşma."
"Mahmud'un ölüm nedeni kaideler miydi ? Bunun böyle olmadığını çok iyi biliyorsunuz.."
"Halime.. Cürretini aşma ! Bu daha seni ikinci görüşüm lakin hemen zehirli dilini uzatmaya başladın. Sana bugünlere nasıl geldiğimi anlatacak değilim. Sarayda herkes saf tutar, kimininki zirveye oturur, kimininki unutulur gider.. Adım gibi eminim ki Mahmud bir gün tahta çıksaydı ilk işin beni yok etmek olacaktı."
Birkaç saniyelik sessizliğin ardından Safiye ağalarına yüksek perdeden emretti. "Götürün !!.."
Halime ve Mustafa odadan çıkartıldı.. Safiye ise arkalarından sinirli ve keskin bakışlar atmaya devam etti...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KÖSEM: Gücün Zirvesi
Ficción históricaÖyle bir kadın ki... Güçlülerin güçlüsü. Kudretli sultanların en zirve basamağı. Tek bir lafıyla istediği yerine getirilebilen.. Emir bekleyen değil, bizzat emirleri veren ve imparatorluğu idare eden bir kadın. Osmanlı'nın ilk ve tek kadın padişahın...