Boğulurmuş gibi kısa ve hızlı nefesler alarak doğruldu Çolpan yatağından. Eli boynuna gitmiş, parmaklarının altındaki pürüzsüz teni ovuyordu hayalet kesiği yatıştırmaya çalışarak. Gecenin karasında tepesindeki ufak pencereden içeri süzülen ay ışığı aydınlatıyordu kabusundan kalan gölgeleri. Çocukluğunu misafir eden otak, yaralarını sarmak için iyi bir sığınak olmuştu ruhuna.
Bir dakika, ne?
Dehşetle bakındı Çolpan etrafına, aklı gezinirken son iki günün anılarında.
Ya da belki de dünkü bugünün...
Nefesi tekrardan düğüm olmuştu boğazında. Yutkunmak için çırpınırken doğruldu yerinden aceleyle. Koşarak dışarı çıktığında ölümü müjdeleyen sert rüzgarlar biraz olsun ferahlatmıştı bedenini, içi buz kesse de.
Gece yarısını çok geçmiş olamazdı gökteki ışıltılardan anladığı kadarıyla. Adımları minik Sırma'nın ailesinin otağına ulaşmaya çabalarken aklı bambaşka diyarlara yol almıştı çoktan.
Belki de geç kalmamışımdır... Belki de bu sefer kurtarırım yüreğinin ışığı saçlarında parlayan bacımı...
"Açın kapıyı!" Bikenin bağırışları kapıya inen sert yumruklarına karışırken içerden telaşlı sesler gelmeye başlamıştı çoktan.
Kapıyı açanı görmedi Çolpan'ın gözü içeri dalarken. Yatağında uyuyan Sırma'yı sarsarken de farkında değildi ufak balayı ne kadar korkuttuğunun.
"Tutkun'un boncukları sende mi?"
Sırma'nın gözleri dolarken dudakları da bükülmüştü masum bir korkuyla.
"Sırma! Sende mi?"
"Bikem, ben sadece ödünç almıştım, geri verecektim..."
Rahatlamanın getirdiği yaşlar yüreğini saran korkuları götürürken derin bir nefes verdi Çolpan.
Aynı gün... Hala vaktim var...
Atına nasıl ulaştı, yola nasıl düştü hatırlamıyordu bile kadın. Zihni sakinleşene kadar hiçbir plan tutturamadı aklında. Sonundaysa Alpagu'nun saraya dönmek için kullanacağı muhtemel yola sürdü yaverini. Yolda yakalayacaktı o haini. Belki anlatırsa dinlerdi... Dinlemezse bile Tılsım'a vakit kazandırırdı ölümü.
Yol boyu pek bir şey düşünemese de aklından çıkmamıştı çocukluğunda kalan tüccar kadının hikayesi.
Uzak diyarlardan gelmişti kadın, gece de obanın çocuklarını toparlayıp ateşin etrafına, türlü türlü efsaneler anlatmıştı on gece boyunca.
"...Hilekarlığının bedeli olarak, Sisifos büyük bir kayayı dik bir tepenin doruğuna taşımakla cezalandırılmıştı tamuda. Herkes onun yükü taş taşımak sanırdı ama esas cefası umuttu aslında. Ne vakit vardım dese tepeye, koyverirdi dizleri. O taş tepeden aşağı yuvarlanırken tekrardan, kırılırdı bütün hayalleri yeniden. Sonra birden kendini bulurdu o taşın başında Sisifos. Yine boş bir ümide sarınıp başlardı tırmanmaya. Ta ki umutları ellerinden, kayıp gidene kadar yeniden..."
Belki de tamudayımdır, diye geçirdi içinden Çolpan. Belki de bu benim cezamdır. Belki de her gün uyanacağım bacımı kurtarma umuduyla, tekrar ölmek için o Gök Saray'da...
Ötedeki atlıları geç fark etmişti kadın düşüncelerinin buğusunda. Canhıraş seslenirken katiline, engel olamamıştı ruhunu sarmalayan ümitlere.
"Alpagu dinle beni..." diye yalvardı atından inerken. Önden gidiyor olmalılardı, görünürde sadece Saltuk ve Alpagu vardı.
Saltuk...
Yüreği can atsa da can özüne sarılmaya, dizginledi aklı hislerini.
"Biz yapmadık, Dağ masum, bacım da öyle! Hepsi Vera'yla Vargı'nı-"
Karnına yediği sert kılıç darbesiyle kan kustu kadın aniden. Arkadan bir bağırış duysa da hiçbir şey yapamadı Çolpan yavaşça yere yığılırken.
Tılsım...
Batuga...
Saltuk... Saltuk... Saltuk...
Az ötedeki kılıç dövüşüne takıldı kadının gözü, zorla verirken son nefeslerini. Saltuk yaralı bir aslan gibi saldırıyordu hanına. Alpagu ne kadar kuvvetli olsa da Saltuk'un gözündeki deli ateş harlıyordu kuvvetini.
"Ne yaparsın sen! Hain!" diye bağırdı Alpagu en sadık adamına.
Boğuk bir savaş çığlığıyla cevap verdi Saltuk sadece.
Çok geçmeden boynunu kesen kılıç hanı yere sererken hızla koştu Saltuk Çolpan'ın yanına.
"Çolpan..." diye kısık bir nefesle yalvardı adam çökerken kadının yanına.
"Çolpan! Çolpan... Çolpan... Çolpan..." Büyük avuçları sarmalarken kadının yüzünü, ufacık bir cevap için sayıkladı sevdiğinin adını defalarca.
"Buradayım. Buradayım Çolpan, buradayım."
Biliyorum sevgilim, o yüzden bu en huzurlu ölümüm...
"Çolpan..." Adamın gözlerinden akmaya başlamıştı yaşlar çoktan. "Ben sana sevdalıyım. Ben sana sevdalıyım Çolpan. Çolpan..."
Çolpan'ın içi gidiyordu sevdiğinin gözlerindeki acıya. 'Ben de' demek istiyordu defalarca ama konuşamaz olmuştu artık.
"Çolpan, kapatma gözlerini. Çolpan? Çolpan, bırakma beni! Çolpan, aç gözlerini! Aç gözlerini!"
Saltuk korkuyla bağırırken kadına ulaşmak için, Dağ Bikesi'nin ruhu tatlı bir sıcaklığa yenik düşüyordu iyice. Kederli bir gülümseyiş verebildiği tek teselliydi sevdiğine.
"Çolpan... Bensiz uçmağa gidemezsin, Çolpan. ÇOLPAN! ÇOLPAAAN!"
Ne kadar dirense de kapanmıştı gözleri sonunda. Saltuk dehşetle bakarken kollarında yatan kadına, Çolpan'ın ruhu öpmüştü adamı dudaklarından son defa. Dağ'ın rüzgarı sarmalarken ikiliyi Gök'ün topraklarında, Çolpan kabullenmişti sonunda.
Benim cezam umut etmek. Hep öyleydi.