"Hatırlar mısın Dağ ceylanı?" diye sordu kırık bir sesle Saltuk başını kapıya yaslarken. Bütün geceyi burada geçirmiş, Çolpan'ı onu içeri almaya ikna edemese de otaktan kovulmayı da reddetmişti. Gün doğumuna az kalmıştı, yakında tepedeki yıldızlar gider, kuş sesleri sarardı otağı.
"Neyi?"
Çolpan'ın sesi o kadar kısık, o kadar yorgundu ki tekrar doldu adamın gözleri. Böyle mi bitecekti ömrü? Kapıyı açtığı gün Çolpan'ın cansız bedenini mi saracaktı kolları? Ne yapacaktı Saltuk? Çeçeğe mi savaş açacaktı sevdiğini ondan kopardığı için? Sevdasının hayatını adadığı öcü hiçe sayıp alacak mıydı kendi canını Çolpan'ın kollarında gömülmek için? Kalıp yarım bıraktıklarını, Dağ'ını, yeğenini korumaya adasa ömrünü, yüreği yetecek miydi bu acıyla uyanmaya her sabaha?
Saltuk yetimliği de öksüzlüğü de çok genç yaşta tatmıştı. Annesinin kokusu, yüzü silinmişti hatırından birkaç bahara, ne kadar tutunmaya çalışsa da. Her gece uyurken Çolpan'dan çaldığı bir parça urbayı koklayarak uyurdu Saltuk, kokusu kumaşı terk edince ne yapacaktı peki? Unutur muydu Çolpan'ı da anasını unuttuğu gibi? Kendini vursa dağlara duyar mıydı o toprağa karışmış bahar kokusunu yeniden? Yaşayabilir miydi perisinin güzel yüzünü okşamadan, gözlerine bakmadan? Baharlarını o gözlerin hayaliyle geçirmişti o kahırlar olasıca sarayın duvarları üstüne gelirken, ya o gözleri unutursa ne kalırdı ki Saltuk'tan geriye? Aklını mı yitirirdi, yüreği mi buz tutardı, bedeni mi taş olurdu ruhu olmadan?
Nasıl gidecekti kurganına? Nasıl koyacaktı Çolpan'ı kendi girmediği topraklara? Yapayalnız mı kalacaktı yine Çolpan'ı? Ömrü özleme bulanmıştı zaten, ölümü de mi hasret kokacaktı? "Sensiz çok üşüyorum geceleri." diye itiraf etmişti kımızı fazla kaçırdığı bir akşam kollarında. Her gece, her gün üşümeye mi terk edecekti sevdiğini?
"Seni ilk öptüğüm günü."
Saltuk'un yaşlı gözlerine inat bir gülüş yerleşmişti dudaklarına. Çolpan'ın yüzünü de esir almıştı aynı gülüş hasta yatağında.
"Asla unutmam. Yine de anlat." diyebildi sessizce, sararken kollarını kendine. Yorganın altına kıvrılmış, Saltuk'un kollarında olduğuna ikna etmeye çalışırdı kendini, belki biraz ısınırsa diye bedeni.
Saltuk az ötedeki ışığa dikti gözlerini. Alevler ocağı değil yüreğini yakardı sanki.
"Düğün toyunda öpememiştim dudaklarını. Çok yakındın oysa. Uzansam dokunacaktım, izin de verecektin sanki. Meydandan yükselen naralarla geldin kendine, kaçtın kollarımdan. Sonra uzun bir vakit cesaret edemedim Dağ'ın Bikesine yaklaşmaya." Güldü kendi kendine adam. "Hatırlar mısın, toydan sonraki ilk üç buluşmamızda sarılamamıştım bile sana. Sonunda sinirlenmiştin, 'Sarılmayacaksan ne diye çağırırsın beni, tek derdin konuşmaksa bitig yollar söylersin ne diyeceksen bundan sonra!' diye bağırmıştın bana, atına dönmeden önce. Saçlarını savururdu rüzgar, yüzünde şımarık bir öfke vardı istediğini elde edemediğin için."
Çolpan her anını hatırlıyordu o günlerin. Uzun zaman olmuştu bu acıya bulanmamış anıları anmayalı. Bir an için unutmuştu sanki tepesinde sallanan ölüm fermanını.
"Hak etmiştin ama."
Güldü Saltuk içi kan ağlarken. Çolpan'ın sesinde duyduğu o ufak neşeye ömrünü verirdi, istesin sabaha kadar baştan anlatırdı hikayelerini. Geçmişin huzuruna saklardı sevdiğini.
"Çok sevdim seni ben. Yüreğim yangın yeriydi sanki, hala da sönmedi o ateş. Sen öyle dönüp gidince gelmiştim kendime, koşup tutmuştum kolundan sen kaçamadan. Sarmıştım seni sıkı sıkı, 'Ben kaç dolunaydır bu anı beklerim, bilir misin?' demiştim kokunu içime çekerken. İlk defa o gün doya doya koklamıştım o güzel saçlarını. İçimdeki hisleri nasıl anlatsam ki sana? Hala tam buramda hissederim o gün ne hissettiysem."