Tilbe ayağını sürüyerek ilerledi ormanda. Dudakları bükülmüş, yüzüne mahcup bir ifade konmuş, yüreği de deli gibi çarpmaya başlamıştı.
Dilemesi gereken bir özür vardı...
Aslında kadın aylardır fırsat kolluyordu. Ama o Saray Bebesi onu görür görmez yolunu çeviriyor, Tilbe'ye en ufak bir fırsat bile tanımıyordu lafa girebilmesi için. Zaten özür dilemek kadının adeti değildi, üstüne bir de bunca düğün telaşı binince bir türlü yakalayamamıştı adamı yalnız.
Sonunda toy günü gelip çattığında yerinde duramamıştı Tilbe. Bir an önce gidip konuşmak istemişti Acar'la. Ama toy alanına varıp da Gök Alpı'nın sert bakışlarına değince gözleri, dili tutulmuş, bütün özürlerini unutmuştu.
İşte tam da bu yüzden on iki gündür adamdan kaçıyordu Tilbe. Cesaretini topladığını sandığı her yolun sonu hızlı adımlarla otağına kaçarak sona ermişti. Zaten Acar'ın da canına minnetti, bir kere bile gelmemişti yanına.
Zaten umursamıyor ki...
Aylardır kendine eziyet eden düşünceyi aklından atmak için hızla salladı başını Tilbe. Bu sefer geri dönmek yoktu, bir plan yapmıştı, ona uyacaktı.
Hala özür dileyebileceğinden emin değildi aslında, ama yapması gereken başka bir şey daha vardı. Gök Alpı'yla aylar önce toyda cenk etmek üzere anlaşmışlardı ve eğer Tilbe kazanırsa Acar Dağ'a gelmeyecekti begiyle beraber yaşamaya.
Sorun şuydu ki, Tilbe için ödül değil cezaydı bu artık. Adama Dağ'a gelme derken Turna'da gönlü var sanardı kadın. Şimdiyse yenilmek istiyordu açıkçası.
Yenilmesi kolaydı. Acar Tilbe kadar iyi olmasa da iyi bir askerdi, adamın gururunu kırmadan gerçekten yenilmiş gibi davranmak zor olmazdı Tilbe için. Ama eğer kılıç toyunda meydanın ortasında yenilirse, sadece Tilbe Acar'a değil, Dağ da Gök'e yenilecekti bir nevi. Tilbe gönlünün keyfine kurban edemezdi Dağ'ının onurunu. Bu yüzden de yarınki kılıç toyundan önce kendi aralarında halletmek istemişti bu meseleyi.
"Ne yaparsın orada tek başına, Gök Alpı? Toydaki vahşi Dağlı'lardan bunaldın da buraya mı kaçtın?"
Duyduğu sesle irkildi Acar. En son beklediği şey bile değildi Tilbe'nin tebessüm eden yüzü, alaycı sesi. İçinden kadının eğlenen sorusuna "Senden başka vahşi görmedim ben o meydanda." diye cevap vermek gelse de dilini ısırdı adam. Tilbe'yle şakalaşmayı bırakalı aylar olmuştu.
"Müzik başımı ağrıttı."
Ortamı ısıtma çabasının dümdüz bir suratla karşılanması hevesini kırsa da pes etmedi Tilbe.
"Talim yapamayacak kadar ağrır mı başın? Bana bir söz vermiştin epey önce."
Acar gözlerinin kadının rüzgarda dalgalanan kıvırcık saçlarına dalıp gittiğini fark ettiğinde küfretti kendine. Yaslandığı ağaçtan doğrulup ormanın derinlerine, kadından uzağa döndü yavaşça.
"Yarın kılıç toyunda tutarım sözümü, meraklanmayasın."
Acar'ın uzaklaşmaya başlamasıyla ileri atıldı kadın.
"Şimdi yapsak? Çok mu ağrır başın?"
Günlerdir yüzüne bakmayan kadının ani ısrarı sinirlerini bozmuştu adamın. Bu kadar mı çok istiyordu ondan kurtulmayı?
"Tamam, Tilbe, talime gerek yok, gelmem Dağ'a meraklanma."
Acar'ın sert sesiyle kalakaldı Tilbe. Kendine geldiğinde Saray Bebesi çoktan başlamıştı uzaklaşmaya.