Çolpan'ın içini kavuran endişeler kaskatı kesmişti bedenini Dağ'dan Gök'e varmak bilmeyen yollar boyunca.
Saltuk'u ayakta, sağ gördüğü an yıkıldı sanki içindeki denizleri beri tutan duvarlar. Tilbe'ye yaslandı kadın içini saran rahatlama kanına karışır, aklını bulandırır, bedenini tutmaz eylerken.
"Yaşar." diye fısıldadı, Tilbe'den daha çok kendine.
"Gördün mü, Han'ım, boşuna evham yapmışsın işte. Aydı gel dönelim, sürgündeki Dağ Hanı'nı Gök Saray'da yakalarlarsa Saltuk Beg'im bile kurtaramaz seni bu sefer."
Çolpan başının dönmesine aldırmadan bıraktı Tilbe'den destek almayı.
"Sen dön. Ben ne olduğunu anlamadan gitmem bir yere."
Tilbe çaresizlikle baktı candaşına.
"Çolpan, işi çıkmış demek ki. Vakit bulunca gelir elbet."
Çolpan göz ucuyla sinirli bir bakış attı kadına.
"Üç dolunay savaştan beri hangi iş alıkoyar bir eri?"
Tilbe'nin buna verecek bir cevabı yoktu. Üstelik sadece gelmemiş değil, üç dolunaydır gönderdikleri hiçbir bitiğe cevap da vermemişti. Begini bilmese sevdasını sildi, bu garip halkı da unuttu derdi ama Saltuk Tilbe'nin güvenini kazanalı dört yıl olmuştu. O kara günün zifiri gecesinde Han'ının gönlünde yaktığı ufacık ışıktı candaşını bunca acıya rağmen diri tutan. Ölümü göze alıp karşısına geçmişti adam sevdiğinin, böyle yok olup gitmek onun edeceği iş değildi.
"Sen burada bekle, biri gelirse haber edersin." dedi Çolpan adamın odasına girmesini izledikten sonra. Tilbe'ye fırsat sunmadan uzaklaştı saklandığı kenardan.
Kapıyı açtığını duymadı Saltuk üzerindeki zırhı çıkartmakla meşgulken. Çolpan aynı sessizlikle kapadı kapıyı, sevdiğine yaklaşmadan önce adımları. Zırh yere düştüğünde gördü adamdaki yeni yaraları. Dört ay önce döndüğü savaştan geriye kalanlar yaktı canını, eli istemsizce uzanırken Saltuk'un sırtındaki al izlere.
Parmak uçlarında hissettiği ten saniyeler içerisinde yok oldu. Çolpan ne olduğunu anlayamadan sırtı duvarı, sevdiğinin kılıcı boynunu buldu.
Sadece hızlanan soluklarının sarmaladığı birkaç saniyelik şaşkın bir sessizlik misafir geldi, uzandı aralarına. Gözleri birbirine baksa da gördüklerini kabul edemez gibiydi.
"Saltuk, benim." diye fısıldadı Çolpan hayal kırıklığıyla.
Gitmiş miydi gerçekten Saltuk ondan? Bunca zaman bitiğlerine alamadığı cevaplarda mı gizliydi Saltuk'un ihaneti? Yurduna sırtını dönmek, sevdasını yüreğine gömmekten daha zor gelmişti belli ki. Çolpan'sa hasretle düşmanının inine koşmuştu saf gibi.
Çolpan'ın iç hesaplaşmaları kör etmişti kadını sevdiğinin gözlerindeki karmaşaya. Saltuk hızlanan kalbinin ona fısıldadığı nameyi hatırlamasa da mest olmuştu sanki daha ilk duyuşunda. Burnuna dolan çiçek kokusu yıllarını, en güzel anılarını süslemiş gibi tanıdıktı adama. Ufacık bir kilit vardı sanki zihninde o kokuya ulaşmasına, incecik bir perde... Cam gibi parlayan ela gözlere, periler gibi parıldayan bu yüze hapsolduğu o gün yoktu belki hatırında ama o ceylan bakışların yeniden kölesi olmaya gönüllüydü yüreği.
"Sen kimsin?" dedi sonunda nefes nefese.
Boğazı kupkuru kalmıştı. Aylardır adını koyamadığı hasret, ruhunu çöle çevirmişti de bir lokma şifayı çok görmüştü zavallı alpe. Kollarındaki ahunun dudaklarına uzansa derman bulurdu belki içindeki dinmek bilmez fırtınaya, ama benliği tanısa da aklı unutmuştu sevdiğini işte.