♪Victorian Meltdown - Atrium Carceri
Düzenlendi
※※※
Telaşla tüm evden çok daha dağınık olan çalışma odama kitaplara ve belgelere basmamaya çalışarak koştum. Evde adım atmak bile zorken ben koşarak çalışma odama ulaşmaya çalışıyordum. Belgeler önemliydi, onlara basarsam tekrar yazmam gerekirdi ve bunun için gerçekten de şu an hiç vaktim yoktu.
Çalışma odama ulaştığımda birkaç kitap yığınının üzerinden atlayıp düşürmemeye çalışarak kenarlarından dolaştım ve kıvrak bir hareketle kendimi döner sandalyemin üzerine attım. Hiçbir zaman kapatmadığım, hep açık duran bilgisayarımı masada hiçbir şeyi yıkmamaya özen göstererek önüme çekip mesaj kısmını açtım. Mesaj tahmin ettiğim gibi Süveydadan gelmişti ve yine beklediğim gibi daha önce attıkları diğer hiçbir mesaja benzemiyordu. Kesinlikle artık kopma noktası gelip çatmıştı. Her şey birbirine girmiş, düğüm olmuş ve ipleri açmanın tek yolu yalnızca koparmaktı. Sevdiğim kısma gelmiştim ve buradan geri dönmeyecektim. Tüm ipleri önce koparacak sonra uçlarından sıkıca kavrayarak yönetecektim.
Daha yeni başlamıştık. Ne Süveyda ne de Vaveyla tüm gücünü birbirlerine karşı tam olarak kullanmamıştı ve şimdi son savaşa çok yaklaşmıştık. Her şey sonuçlanırken arada duracak ve dengeleri değiştirmek için düşüncelerinden bile yakın olacaktım. Tabii şu anlık bunların hepsi yalnızca birer vaatti. Gerçekleştirmek için harekete geçmem gerekirdi.
Sandalyeden kalkıp koşar adım giyinme odasına gittim. Burası evin tek kâğıt bulunmayan odasıydı. Mutfakta bazı tavaların içinde kitap, banyoda duvarlara yapıştırılmış belgeler görebilirdiniz ancak burada yoktu. Bu oda bir nevi evin diğer tüm bölümlerinden ayrılmış gizli bir alan gibiydi benim için ve asla bir yaprak kâğıt bile kapıdan içeri girmezdi. Bu, benim önemli kurallarımdan biriydi.
Turuncu gardırobumun en ortadaki kapağını açıp en ortadaki raftan takımımı aldım. İşte, ihtiyacım olan her şey şu an elimdeydi. İnsanların gözünde uydurma, var olmayan birinden çıkarıp korkulan, nefret duyulan ve hatta kırmızı bültenle aranılan kişiye dönüşmemi sağlayan yalnızca bu kıyafetlerdi. Parlak hayallerin içinde gezinirken çekip çıkaran hayata ortaklık eden ve bir zamanlar ünlü bir oyuncu olacağıma karşı olan inancımı yerle bir eden bu giysilerdi.
Bilemiyordum, belki de kader diye bir şey gerçekten vardı ve tüm dünyanın sorumluluğunu ben üstlenmeli, herkes istediği hayat için en azından çabalarken bir köşede onları izlemeliydim. Bu belki de olmak zorundaydı. Titrek, hüzünlü bir nefes aldım. Bir şeyi unutuyordum aslında. Tüm bunlar olmuştu ve artık geçmişte yaşanmış hiçbir şeyi değiştiremezdim. Tüm o korkulu bakışları ya da yalan bir haberden bahsedermiş gibi hakkımda tartışılan konuları. Bunlar yaşanmıştı, yaşanıyordu ve yaşanacaktı. Ancak oyuncu olamasam da yönetmen olmuştum, galiba.
Herkesi yönlendiriyor, oyunumu kuruyor ve bir kukla gibi tüm insanlığı yönetirken tüm bunları benim yaptığımı bilmemelerini sağlıyordum. Yalnızca oyun bitip sahne toplandıktan sonra, herkes evlerine dağılıp oyundan bahsederken her şeyi öğreniyordu ve çoktan iş işten geçmiş, ben öldüreceğimi öldürmüş oluyordum. Galiba hayalimi istemsiz bir şekilde de olsa zihnimin derinliklerinde Şapkacı ile yaşatıyordum.
Hızla elimde tuttuğum kıyafetleri giyip gümüş hançerimi -eski şeyleri seviyordum- belimdeki kemere, önce pelerinimin kapüşonunu daha sonra da siyah fötr şapkamı başıma geçirip odadan çıktım ve yine çalışma odama gittim. Masada duran ceviz büyüklüğündeki üç sis bombasını, susturucuları takılı iki dolu silahı ve fındık büyüklüğündeki ses değiştirme cihazını alıp her şeyi yerli yerine yerleştirdim. İşte şimdi herkesin korktuğu o Şapkacı olmuştum.
Girişe gidip ayakkabılıktan üç ayakkabı içinden siyah, neredeyse dizime kadar gelen bağcıklı botumu giydim. Diğer iki ayakkabıyı taş çatlasın en fazla beş defa giymiştim. Biri siyah, uzun, ince topuklu ve oldukça şık duran bir çizmeyken diğeri basit, sıradan bir beyaz ayakkabıydı. Pek keyfi olarak dışarı çıkmazdım bu yüzden bu üç ayakkabı bana haliyle yetiyordu.
Dışarı çıkmadan önce kapının yanında duran ekrana dokundum ve o robotik ancak sevdiğim ses evde yankılandı. "Ne kadar süre güvenlik önlemleri geldiğinizde sizi tanıyacak şekilde bulunsun?" Evimin çevresinde öyle bir güvenlik önlemi vardı ki varsın atılsın dünyanın en güçlü füzesi yine de hiçbir şey işlemez, işeyemezdi. Hatta evin dışındaki önlemlere hasar değil güç verirdi bu yalnızca. Enerjiyi çevirir ve geri yollardı. Tüm bilgi birikimimi burayı güvende tutmak için kullanmıştım, e bir zahmet her şeye dayanıklı olsundu.
"Beş saat" diye yanıtladım ve yine o robotik ses evde yankı yaptı. "Beş saat içinde eve girilmez ise ek güvenlik başlatılacaktır." Normalde en fazla iki saatliğine evden ayrılırdım ama bu sefer olayların çok daha farklı olacağına emindim. Bu yüzden normalden farklı olarak bu süreyi beş saat olarak ayarlamıştım.
Kapıyı açtım ve her zaman soğuk olan dünyada zihinleri de dondurulmuş insanların arasına bir süreliğine karışmak için tıpkı bir koza gibi beni koruyan evimden dışarı çıktım. Hava sertçe yüzüme çarpıp daha ilk saniyeden acıtırken yüzümü buruşturup hızla garaja doğru yürüdüm ve siyah bir spor araba seçip sürücü koltuğuna yerleştim. Başımdaki fötr şapkayı dün gittiğim operasyondan kalma kurumuş kırmızı güllerin üzerine atıp kemerimi takarak tüm hıncımı çıkarmak istercesine gaza bastım.
Artık iplerin karman çorman olduğunu biliyordum lakin bu durumu çözmek için Süveydanın ne yapacağını bilmiyordum. Bir buçuk saat sonra vardığımda öğrenecek dahi olsam şu an bilememek zihnimde yüzlerce olasılık kurmama nede oluyordu. Düşünmek yorucuydu lakin durduramıyordum ve her düşündüğümde düşündüğüm şey her neyse ona daha çok bağlanıyordum ve bu bir zaman sonra takıntı haline geliyordu. Bunu birkaç defa yaşamıştım ve bu yüzden de düşünmek istemiyor ama istemeyince daha da çok düşünüyor ve delilik derecinde bir takıntı oluşturuyordum. Zaten zihin sağlığım sınırdaydı ve bu şekilde de her şeyi batırıyordum.
Kâinat ile ilgili diğer insanların bilmediği çoğu şeye hakimdim ve bilmek... Gerçekten de çok daha fazla sorun demekti. Çünkü bildiğiniz kötü bir şeye kayıtsız kalamazdınız ve bu sırada kendi benliğinizi de sömürürdünüz. Çözmek için çabalar ve kendinizden ödün verir ve çözdüğünüzde bir sonraki sorun için kendinizden daha da fazla ödün verirdiniz ve bu, bu şekilde ta ki sizden geriye hiçbir şey kalamayana kadar devam ederdi.
Benim sorunum da gücüm de işte buydu. Zihnim ve zihnimin içinde aynı anda milyarlarca türeyebilen düşünceler...
※※※
Bölüm biraz kısa ancak önceki haline göre uzun oldu, sahnelerin kaymaması için burada bırakmak zorunda kaldım. Normalde bu bölümü hafta içi yayınlayacaktım lakin evden sabah altıda çıkıp akşam altıda gelmek durumunda kaldım ve haliyle hiç vakit bulamadım. Ama bir gün gecikmeli olarak da olsa işte, bölümümüz burada.
Bu bölüm de düzenlendiğine göre haftaya bir sonraki düzenlenmiş bölümde görüşürüz!
İyi Günler Dilerim, Bir Sonraki Bölümde Görüşünceye Dek.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Zekanın Savaşı
Science FictionDünyanın en zengin varisi olan Aylin'in hakkında kimse hiçbir şey bilmiyordur. Kendisini herkesten gizler, bir tek öldürdükleri onun kim olduğunu bilir. Mesafeli, katı, zeki ve kontrolcü biridir. Belki de hayat omuzlarındaki yükü indirmediği için. K...