8. Bölüm: Yolculuk

128 4 1
                                    

♪ Nachts Steht Hunger - Karl Sternau

Düzenlendi

※※※

Alp ve Fırat yaklaşık bir saattir gece karanlığında Süveydaya doğru ilerliyordu. Sohbetleri oldukça koyulaşmış öyle ki uzun zamandır konuşmadıkları bütün konuları tek tek masaya yatırmışlardı. Aksi takdirde önlerinde oldukça meşakkatli bir yol varken izleyecekleri yolu tartışmamak ve plan yapmamak aptallık olurdu. Ancak şu ana dek bir konu dışında her şeyi konuşmuşlar, beraber geçirdikleri üniversite hayatından tutun, Süveydaya nasıl katıldıklarına kadar birlikte geçirdikleri tüm anıları sırasıyla konuşa konuşa yâd etmişlerdi. Fakat artık kaçınılmaz olanı ertelemenin bir anlamı kalmamıştı. İkisi de Şapkacı hakkında konuşmaktan olabildiğince uzak dursa da artık vakti gelmişti. Konuşulabilecek her şeyi konuşmuşlar, susmaları gereken zamanda da susmuşlardı lâkin ikisinin de bildiği gibi söylenmesi gereken son bir sözleri, tartışılması gereken son bir konuları vardı.

İkisinin de bu hayatta öğrendiği tek bir şey varsa o da mutlak olanı ertelemenin yalnızca delik bir kovayı suyla doldurmaya çalışmak ile aynı şey olduğuydu.

Açtıkları klima ile arabadaki sıcaklık başlangıçta tatlı bir sıcak olsa da Alp yavaştan mayışmaya başlamıştı. Oturduğu koltukta sırtını dik bir pozisyona getirip bir eliyle de direksiyonu tutarak içeriye az da olsa temiz havanın girebilmesi için camı açtı. Aklı soru işaretleri ve düğümlerle dolmuş, neredeyse kaynar bir kazana dönmüştü ve elbette bu kazanın altını yakan, tuzunu ekleyip ara sıra karıştırmayı ihmal etmeyen de arkada özel bir hücrede baygın halde yatan Şapkacı'ydı.

Alp gerindi. Artık konuya bir yerden girmeliydi. Arabada ciddi ve oldukça rahatsız edici, nefes seslerinin dahi duyulabildiği bir sessizlik oluşmuştu çünkü.

"Sence iyi mi yapıyoruz?" Her ne kadar Alp konuya bir yerden giriş yapmayı düşündüyse de belli ki Fırat ondan önce düşünerek konuşmaya direkt ortasından girdi.

Alp iç çekti. Bu sorunun cevabını o da bilmiyordu, çünkü gözlerinin önünde tam olarak anlayamadıkları bir şeyler oluyor, bir şekilde ortada birkaç dolap aynı anda çevriliyor ve kimse bunu kimin yaptığını bilmiyordu. Alp her şeyin Şapkacı'nın başının altından çıkmadığına inanıyordu. Kimse bu kadar çok yöne hükmedemez, bu kadar iyi ağlarını öremezdi. Bu imkansızdı. Lâkin Alp'in bilmediği şey Aylin için imkansızın olmadığıydı.

"Bilmiyorum, öyle bir oyunun içindeyiz ki şu an..." dedi içtenlikle en yakın arkadaşına bakarak. "Ama yapabileceğimiz en önemli şey her an tetikte olmak. Şapkacı bir şeyler planlıyor, boşu boşuna buraya gelmezdi yoksa."

Fırat sözünü keserek oturduğu koltukta Alp'e doğru döndü. "Bir dakika, ne demeye çalışıyorsun sen? Şapkacı bile isteye mi şu an bu halde?"

Alp başını salladı. "Şapkacı değil. Aylin," dedi. "Aylin Gök."

Fırat olduğu yerde dona kaldı. Tüm söyleyecekleri bir anda önemsiz, küçük birer cümleye döndü. Eski soruları yok olup yerine yenileri gelirken aklında tek bir düşünce, bedeninde tek bir duygu peyda oldu.

Korku.

Ne demek Şapkacı bir Gök'tü? Gök ailesinin bir kızı olduğu yalnızca basit bir uydurma, ortaya atılan basit bir teoriydi ve bundan da öteye gidememişti. Gerçek değildi çünkü. Hayır, Fırat hiçbir zaman Yavuz Gök'ün bir kızı olduğuna inanmamıştı.

O an verebildiği tek tepki "Ne?" oldu. Alp'in yanlış söylediğini, belki de soyadları karıştırdığını umdu. Ama hayır, böyle bir soyadı diğer hiçbir soyadıyla karışmazdı.

Zekanın SavaşıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin