18. Bölüm: Duygusal Karmaşa

56 3 1
                                    

♪Far From Home-Sam Tinnesz

※※※

Nerede olduğunu bilmiyordu, daha doğrusu ilgilenmeye dahi tenezzül etmiyordu. Kaç saat, kaç dakika geçmişti bilmiyordu, daha doğrusu ilgilenmiyordu. Hiçbir şeyle ilgilenmiyordu. Yalnızca oturduğu beyaz deri kaplı koltuğun kucağına aldığı yastığına sarılmış, bağdaş kurmuş yere bakarak düşünüyor ve hazmetmeye çalışıyordu. Bir süre önce Alp bir şeyler söylemiş ve yanından gitmişti. Aylin ne dediğini takip etmemişti.

"Al, iç bunu." Ses Alp'e aitti. Başını kaldırıp devasa boyuttaki lacivert renkte olan porselen kupayı eline aldı. Robot gibi donuklaşmıştı. Sürükleniyordu zihnindeki soğuk limanların arasında yumak halini almış düşüncelerinin oluşturduğu büyükçe bir kayığın içinde.

"Gördüklerin en büyük korkularından yalnızca birinin hologramıydı." Alp karşısındaki kar beyazı deri tekli koltuğa oturmuş iyi olup olmadığını tartıyordu. Aylin Alp'i başını sallayarak onayladı. Oradan çıktıktan sonra birkaç saniye doğru düzgün düşününce anlamıştı zaten bunu.

Bir iki dakika boyunca odada ruhuna işleyen kasvetli lakin zihninin derinliklerini huzura erdiren bir sessizlik hâkim olsa da bu nahoş rahatlık hızla sona erdi. "O karaltı kimdi?" Sonunda ne zaman soracağını merak ettiği o soruyu sormuştu Alp. Gülümsedi. Sormasa meraktan kendini yiyip bitirirdi herhalde. Aylin "Kim değil, ne?" diye düzeltti sorusunu.

Alp kaşlarını çattı.

"Pek de iyi olmayan bir şeyi temsil ediyordu." Dedi. Bunu zaten bildiğine emindi ama daha fazlasını bilmesine de lüzum görmüyordu.

Alp başını salladı ve "Birazdan Sinem yanına gelir, benim gitmem lazım." diyerek ayaklandı. Ne yani gitmek için başına dikecek birini mi bekliyordu? Aylin sinirlense de sustu, çocukluk etmeyecek kadar olgundu. Başını sallayıp gidişini izledi ve tekrar beyaz mermerlerin arasındaki derz dolgusunu müthiş bir dikkatle incelemeye koyuldu. Yapacak başka daha iyi bir işi yoktu.

Tam dört dakika on yedi saniye sonra Sinem'in adımlarını işitti. Artık Alp'in, Sinem'in ve Fırat'ın adımlarını tanıyabiliyor, birbirlerinden ayırt edebiliyordu.

Sinem elinde küçük siyah deri bir çantayla yanına geldi. "Hadi," dedi. "Kalk gidiyoruz." Bakışlarını özenle yapılmış derz dolgusundan kaldırıp Sinem'e doğrulttu. "Nereye?" Açıkçası şu an dışarı çıkıp pek lanet olasıca kışın dondurucu soğuğunda yol almak kesinlikle cazip gelmiyordu, Aylin'e.

Sinem yüzünde büyük bir sırıtışla "Evine" dedi. Aylin gözlerini kırpıştırdı. Sanki zihni durmuştu ve hala çalıştıramamıştı.

"Neden?" diye sordu. Daha önce ona böyle bir şeyden bahsettilerse hatırlamıyordu. Sanki kısa bir süreliğine beynini buzdolabına koymuş ve çıkarmaya da pek hevesli değildi. Yalnızca gerçekten düşünmeden bir gün geçirmekti dileği.

Sinem bıkkın bir şekilde "Çünkü evinden eşyalarını almamız gerekiyor. Çünkü sonsuza dek aynı kıyafetleri giymezsin. Çünkü artık odana yerleşmen gerekiyor." diyerek tek tek açıkladı.

Gözlerini kapattı, tekli koltuğun arkasına yaslandı ve içinden beşe kadar derin derin nefes alıp verdi. Kesinlikle lanetlenmişti ve buna emindi, yoksa hayatının tüm günleri berbat geçemezdi herhalde, değil mi? Gerçekten yorulmuştu. Süveyda'da kalalı daha bir hafta olmamıştı ve yorgunluktan bitiyordu. Ne doğru düzgün uyuyabilmiş ne de vakit geçirebilmişti. Ayağa kalktı. Bir mumya gibi ölüydü hareketleri ve kalbi. Yutkundu. Boğazı acıyordu. Yüreği acıyordu. Ruhu yanıyordu ve tüm bunların arasında ayakta kalmaya çalışıyordu. Sinem bileğinden tutup çekiştirdi. "Hadi, daha fazla zaman kaybetmeyelim." Ne yani, hissettikleri basit zaman kayıpları mıydı?

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Jan 25 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

Zekanın SavaşıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin