Burukluk
Uzun bir aradan sonra birbirimize doyduğumuz gecenin ardından birlikte uyanmıştık ve bu benim gözlerimi açmadan önce ki korkumu yenmemi sağlamıştı. Hatta korkumu yenmekle de kalmamış, aynı odanın içinde kaldığımız her gece aynı yatakta uyumuş, onunla uyanmak alışkanlık hâline gelmişti. Tabii uyumadan önce yaramazlık yaptığımız da oluyordu ama bunun yerine birlikte film izleyip uzun sohbetler de etmiştik. Bu ise aramızda ki ilişkiyi daha çok geliştirmişti.
Şimdi ise Bangkok da, VNL'in 3. haftasındaydık ve ben bu sabaha onun eksikliği ile uyanmıştım. Dani, Mile için yoğun geçen iki haftadan sonra onu dinlendirmeye karar vermişti ve bir hafta boyunca aramızda olmayacaktı. Bir yandan da bileğim tamamen iyileşmişti, maçlara katılabilecektim. Bunun mutluluğunu yaşasam da içimde durduramadığım bir duygu vardı. Hem onun yokluğu hem de bileğimde ki sakatlığın tekrardan nüksetme korkusu.
Yere oturdum ve ileriye doğru, bacağıma uzanarak ısınma hareketlerime devam ettim. Birazdan Japonya ile ilk maçımıza çıkacaktık ve ben bir haftadır sakatlığımdan dolayı çalışamadığım için kendimi hazır hissetmiyordum. Ne kadar belli etmemeye çalışsam da durumumu anlayan arkadaşlarım beni motive etmeye çalışıyordu.
Hande fark etmediğim bir anda gelip yanağıma öpücük kondurdu. Şaşkınlıkla başımı kaldırdım ve bana o insanı büyüleyen gülümsemesi ve gamzeleri ile bakan kadına döndüm. Yıllardır aynı takımlarda forma terlettiğimiz için çok sevdiğim, bende yerinin her zaman ayrı olacağı bir insandı Hande. "Naber güzellik?"
"Yalan söyleyemeyeceğim birazcık stresliyim." Yüzümde zoraki gülümsememle kurduğum cümleye devam ettim. "Hatta biraz değil baya stresliyim." Derin bir nefes verdim, içimde tuttuklarımı birine açmak bir nebze iyi gelmişti. Hande karşıma oturup benim gibi ısınma hareketlerini yapmaya başladı.
"Bir haftadır sadece kenardan izliyorsun şu an stresli olman normal ama sahaya çıkınca bunları düşünme. Sen formunu bir hafta da kaybedebilecek bir sporcu değilsin ki bunu arkadaşın sıfatıyla değil yıllardır seninle aynı takımda oynayan birisi olarak söylüyorum. Zaten Dani seni çok fazla zorlamayacaktır." Hande'nin beni rahatlatan sözlerinden sonra yüzüme bu sefer zoraki değil gerçek bir tebessüm kondu. "Teşekkür ederim balım." Soy adından ve bal gibi de bir insan olmasından dolayı ona bu şekilde hitap ederdim. Kesinlikle bu hitabı hak eden birisiydi.
Maç başlamıştı ve biz ilk iki seti kaybetmiştik. Dani beni arada bir maça sokuyor ve ben verdiğim bir kaç sayı ardından geri çıkıyordum. Kendimi toparlamaya çalışıp 3. ve 4. setlerde sınırlarımı zorladım ve o iki seti aldık. Yine de istediğim performansı gösterememenin siniri içimde gittikçe büyüyordu. Biraz olsun düzelen morallerle birlikte, herkes son düdüğe kadar elinden geleni yapacaktı, buna bende dahildim.
Sıra tie break setine gelmişti ve ben bileğimde görmezden gelmeye çalışsam da ağrı hissetmeye başlamıştım. Atılan paslara yetişemiyor sürekli block'a takılıyordum. Yaptığım iki servis hatası ise üstüne gelmişti. Ne kadar uğraşsak da Japonya'nın açtığı farkı kapatamadık ve maçı onlar kazandı. Rakip takımla selamlaşıp benche geçtiğimizde takım arkadaşlarım maçın kritiğini yaparken ben oturmuş elimde ki buzu bileğime tutuyordum. Kaybetmekten çok nefret ettiğim bir şey varsa o da aciz hissetmekti ve ben bunu fazlasıyla hissetmiştim. Dolan gözlerimi engellemeye çalışırken Ebrar her zaman ki gibi ruh halimi fark edip yanıma geldi.
Elimde ki buzu aldı ve kendi tutmaya başladı, bu sayede de ben arkama yaslanıp yüzümü avuçlarım arasına alarak toparlanmaya çalıştım. "Hey, sakın o maviş gözleri doldurayım deme fena bozuşuruz! Son maçımız falan değil bu, daha oynanacak çok maç var. Üstelik sen değil miydin bana 'Bu işte kazanmak kadar kaybetmekte var, üzülmek yerine her maçın ardından kendini geliştirmeye bak.' diye akıl veren. Ne oldu şimdi, nerede o kız?" Ellerimi yüzümden çektim ve titremesine engel olamadığım sesimle konuştum. "Olay bu değil Ebrar, bende farkındayım bunların. Sadece kendimi suçlu hissettim. Daha iyi bir performans sergileyebilirdim ama bileğim yüzünden yapamadım. Kötü hissettiren bu, acizlik hissi."
Ebrar çattığı kaşları ile sözlerime hak vermediğini belli eden bir ses tonuyla konuştu. "Saçmala Ayperi! Acizlik falan değil bu, her sporcunun başına gelebilecek bir olay. Sen ilk maçından kendini zorlamaman gerekirken fazlasıyla zorladın, üstelik antrenmanlı bile değildin. Bugün benim de çok iyi bir performans gösterdiğim söylenemez, daha iyisini yapabilirdim ama olmadı. Çünkü ben bir insanım, robot değil. Her zaman aynı ruh halinde, aynı fiziksel güçte olmayabilirim. Bundan normal başka bir şey yok." Sözlerinde sonuna kadar haklıydı ve ben bunun farkında olsam da bazen aklıma gelen düşünceleri engelleyemiyordum.
"Sarılayım mı?" Bir çocuk gibi sorduğum soruya yüzünde ki gülümsemesi ile cevap vermiş, ikimizi de ayağa kaldırıp beni kolları arasına almıştı. "Teşekkür ederim Ebrar. Ne zaman ihtiyacım olsa yanımdasın." Sesim boğuk çıkmış ve gözümden akan bir kaç damla yaşı tutamamıştım.
"Deme öyle popişim kalkar." Ebrar her zaman ki gibi duygusal havayı dağıtmak için Ebrarlığını yapmış, beni de güldürmeyi başarmıştı. "Salak ya." Kolumu omzuna koydum ve onunda belimden verdiği destek ile yürümeye başladım. Hâlimi gören arkadaşlarım nasıl olduğumu sormuş, iyi olduğuma dair sözlerime çok inanmayıp daha dikkatli olmam konusunda beni azarladılar. Ama gerçekten asıl sorun bileğimde değil daha ruhsaldı. Onu da bir şekilde düzeltip kendimi önümüz de ki maçlara odaklamam gerekiyordu.
.
Ebrar ve Peri'nin dostluğuna aşığımmmm
Ebrar'ın bu sözleri sadece Peri için değil herkese yönelikti mesela Hande'yi linçleyen gerizekalılara
Mile'siz bir bölüm oldu maalesef
bu arada ben maç sahnesi yazamadığımı fark ettim nası halledicem bilmiyorum
ŞİMDİ OKUDUĞUN
mi hada | melissa vargas
FanfictionKolunu yastıkla kafası arasına koymuştu, bu sayede bana azda olsa yüksekten bakıyordu. Diğer eliyle yüzüme düşen turuncu saç tellerimi kulağımın arkasına götürdü. Yüzüme parmak uçlarıyla sanki her an kırılmaya hazır bir cam parçasıymışım gibi nazikç...