4.6

2.2K 142 11
                                    

Bölüm 46

"Emre'ye bakmıştım ama müsait değil galiba." kız, beni süzdükten sonra göz devirdi. "Evet Emre müsait değil." kapı suratıma kapanınca ağzım yarım karış açıldı. Kendimi toparlayıp, kapıyı tekrar çaldım. Kızın tavrı hiç hoşuma gitmemişti. "Ya ne var be?!"

"Hanımefendi, ben Emre'nin komutanıyım. Onunla konuşmam gerekiyor." bu sefer gözleri üniformamda gezindi. "Canım, burada başkasının üniformasını giymiş bir erkek fatma var." iğneleyici konuşmaya çalışması sinirimi bozmuştu.

"Sabır!" içeriden Emre, tişörtü olmadan gelince yutkundum. "Deniz? Ben geri gelmeyeceksin diye b-"

"İzin işin için karargaha uğramışken konuştum, hallettim. Sadece imzalaman gereken birkaç belge var."

"Peki, teşekkür ederim." yapmacık bir gülümseme ile başımı salladım. Ardından merdivenlerden aşağıya indim. Lojmanlardan çıkıp, taksiye bindim. Tim ile kaldığımız eve geldiğimde, derin bir nefes aldım ve eve çıktım. Hepsi buradaydı, Kara da dahil. Ama sanki bizimkiler onunla konuşmuyor gibiydi. "Abla, hoş geldin!" beni ilk fark eden Kuzey olmuştu. "Hoş buldum ablam." Kara'nın bana baktığını hissetmiştim ama gözümü bile değdirmeden içeriye girdim. "Bir şey mi oldu abla?"

"Yok ablacım, eşyalarımı almaya geldim. Sonra konuşuruz detaylı."

"Biz de gelelim mi abla yardıma." Fehmi'nin sorusuna gülümsedim. "Yok aslanım, çok bir şeyim yok zaten. İki valiz sadece. Mobilya alacağım daha."

"O sırada nerede kalacaksın?"

"Amann ne meraklı oldunuz siz. O da bana kalsın." güldüm. "Neyse gideyim ben, çok işim var daha yapacak."

"Abla, yaran nasıl oldu bu arada?"

"Aslanım, koskoca komutanınızı bir bıçak yarası mı bozacak. Ayıp ediyorsun." dediğimle hepimiz güldük. O hariç. Moralimi daha fazla bozmadan içeriye geçtim ve eşyalarımı topladım. Gözüme dolabın köşesindeki elbise ilişti. Sevmiştim onu ama artık her baktığımda o gelecekti aklıma. Kafamı iki yana sallayıp, düşüncelerimi dağıttım. Valizi kapatıp, ayağa kalktım. Dış kapıya doğru gelince, tim koşarak yanıma geldi. "Yardım edelim abla, dikişlerin zorlanmasın."

"Yok aslanım sağ ol. Ben hallederim. Hem arabamla gideceğim zaten. Ha bu arada, biriniz motorumu karargaha bırakın. Günü fark etmez, bana haber edin yeter."

"Tamamdır abla, o iş bizde. Sen merak etme." onlarla vedalaşıp, arabaya geçtim. Dikişimden dolayı biraz zorlanmıştım ne yalan söyleyeyim. Bir şekilde halledip, ikisini de arabaya yükledim. Ardından buralarda tek bildiğim mobilya mağazasına gittim. Sade bir şeyler seçip, satın aldım. Gün içerisinde teslim edebileceklerini söyleyince, mutfağın da birkaç ihtiyacını alıp, hemen eve geçtim.

Günün ilerleyen saatlerinde eşyalar teslim edilmişti. Ortalıkta streç film ve köpük doluydu. Salona bir L koltuk ve masa, kendi odama yatak, dolap ve bir makyaj masası, misafir odasına tek kişilik yatak, çalışma odası yapacağım yere de bir çalışma masası satın almıştım. Sanırım önümüzdeki iki yıl bunların taksitleriyle uğraşacaktım. Neyse, yapacak bir şey yoktu artık.

Evi dizip, güzel de bir temizlik yaptım. Dikişim patlayacak raddeye gelmişti. Neyse ki işimi bitirip, dinlenmeye fırsat buldum. Nevresimleri serdikten sonra kendimi yatağa attım. Tam uykuya dalacaktım ki kapı çaldı. İçimden çok azıcık sövüp ayağa kalktım. Çok az sövdüm bakın.

Kapıyı açtığımda karşımda genç bir kız vardı. Tahminimce 24 yaşlarındaydı. "Merhaba." neşeli birine benziyordu. "Merhaba?"

"Buraya yeni taşındınız galiba, ben İrem. Eşim asker. Ha bu arada yan komşunuzum. Kafasını uzatıp, içeriye bakmaya çalıştı. Önüne geçtim. "Sizin çocuklarınız var mı? Sanırım siz de asker eşisiniz." kalbimin sızlaması normal miydi?

"Hayır hanımefendi. Bekarım ben."

"Doktor musunuz yoksa? Ya da öğretmen-"

"Askerim hanımefendi. İzin verirseniz yorgunum biraz, dinlenmeliyim." kapıyı yüzüne kapattım. Kendimi kötü hissetmiştim ama şu an bunu düşünmek istemiyordum. İçeriye geçtim ve yatağıma uzandım.
...

Evden gelen tıkırtılara açtım gözümü. Sesler gelmeye devam edince ayağa kalktım ve elime de silahımı alarak, odaları gezdim. Salona girdiğimde önüme aniden çıkan Serdar'la elim tetiğe gitti. "Bismillah!" hemen silahın emniyetini açıp, belime yerleştirdim. "Lan! Oğlum ne yapıyorsunuz burada? Eve nasıl girdiniz?!"

"Komutanım, öldürmezseniz söyleriz." kaşlarımı çattım. "Söylüyor musun, yoksa bununla kafana mı vurayım?" hemen anlatmaya başlamasıyla, yapmacık bir şekilde gülümsedim. "Şimdi şey abla, albay babam yedek anahtarı sana vermemiz için bize verdi. Biz de sana getirdik. Kapıyı çaldık, açmadın. Biz de herhalde evde değildir dedik, içeriye girdik işte." sözü bitince kafasına patlattım. "Beni aramak aklınıza gelmedi mi lan?"

"Ya ama abla. Vallahi çok yorgunduk, operasyondan geldik." masum ifadesine gülmek istedim ama ciddiyetimi bozmadım. "İyi, geçin yatıyor musunuz, oturuyor musunuz ben bilmem. Koşuya gideceğim. Ne yapıyorsanız, yapın." daha fazla oyalanmadan odama geçtim. Uykum kaçmıştı ve beni toparlayacak şeyin koşu olduğunu düşündüm. Altıma kamuflajımı, üstüme de siyah dar bir tişört giydim. Pazularımı belli eden türdendi. Saçlarımı da at kuyruğu yaptım ve dış kapıya doğru geldim. "Komutanım, valla sizi böyle görmeyi özledik." gözlerim yan tarafımdaki aynaya ilişti. Ne yalan söyleyeyim, ben de özlemiştim.

"Ben de özledim aslanım, ben de. Her neyse çıkıyorum ben, evi yakmayın mümkünse."

"Emredersiniz komutanım." güldüm ve siyah postallarımı da ayağıma geçirip, evden çıktım. Hafif tempo ile koşmaya başladım. Bu sefer aklımda çok daha fazla soru vardı. Hangi birine çözüm bulacağımı bilmiyordum. Bir saatten sonra düşüncelerimde kayboldum.

Yaklaşık iki saat sonra kan, ter içinde kalmış şekilde koşuya ara verdim. Sanırım Hakkari'nin en sıcak zamanına denk gelmiştim. Elim ile anlımı sildim. Terim soğumadan açık spor alanına benzeyen yere geçtim. Kendimi çok zorlamak istemediğim için elli şınav ve elli barfiks çekip, bıraktım. Şu anlık mekik çekemiyordum, eh zamanla olacaktı. Setlerim bitince kendimi hemen yan taraftaki banka attım. "Çok mu yoruldun?" bu ses tonunu tanımıyordum. Arkama döndüm ve bana doğru gelen adama baktım. Benden çok büyük durmuyordu. "Siz kimsiniz?"

"Hakkari genel merkez komutan yardımcısı, Yarbay Alparslan Sancak."

"Hakkari - Yüksekova karargahı, tabur komutanı Binbaşı Deniz Ateş. Memnun oldum komutanım." selam verirdim ama şu anda sivil olduğumuz için ayağa kalkmadım. Gelip, yanıma oturdu. "Ben de memnun oldum binbaşı Ateş."

"Yorulmuş gibisin Binbaşım." tek kaşını kaldırıp, bana baktı. "Yorulmadım komutanım."

"Gel bir tur da beraber koşalım o zaman, canım sıkılıyor tek başıma." o gülümseyince, ben de gülümsedim. "Olur komutanım."

"İsmimle hitap edebilirsin. Aramızda çok yaş olmadığına eminim." onu kafamla onayladım. Banktan kalktık ve beraber koşuya başladık. Sohbet ede ede yaklaşık bir buçuk saat koşmuştuk. İki saate tamamladıktan sonra yine aynı bankta mola verdik. "Dayanıklısın bakıyorum."

"Öyleyimdir komutanım." şu an çocukları çok iyi anlıyordum. Çünkü ister istemez karşındakine komutanım diyordum. "Sana yorgunluk çayı ısmarlayabilir miyim?" niyetinin kötü olmadığını anlayıp, kabul ettim. Birlikte lojmanların karşısındaki -aslında buradaki tek kafe- kafeye gittik. Çayları söyledikten sonra sohbet etmeye başladık. Ta ki içeriye o girene kadar. Göz göze gelince yüzünden birçok duygu geçti. Sadece kafasını sallamakla yetindi ve birkaç bir şey aldıktan sonra yüzüme bile bakmadan çıktı.
...

Merhaba, umarım bölümü beğenmişsinizdir.

İlerleyen bölümlerde görüşmek dileğiyle.

Sağlıkla kalın.

EMRET KOMUTANIM! (KİTAP OLDU!!)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin