Hepimiz evden çıktıktan sonra ne zaman geri döneceğimi bilmediğim evime baktım. Bir daha geri dönebilir miyim onu bile bilmiyordum. Derin bir nefes alıp tekrar önüme döndüm ve adımlarımı Ölüm Meleği'nin bizi sürüklediği yere doğru götürmesi için serbest bıraktım.
En sonunda simsiyah olan arabanın yanında durduğumuzda Minho şoför koltuğuna doğru adımlamıştı. Bizde arkasından arabaya doğru ilerleyip açılan kapılar ile kendimizi içeriye attık.
"Pekala öncelikle siz ikinizi götürmek asla planımda yoktu sadece belki işimize yararsınız diye düşünerek götürüyorum. Ayak bağı olmayın yeter"
"Pardon?!"
"Her neyse gideceğimiz yer vampirlerin dünyaya geçiş yapmayı çok önceden bıraktığı bir geçit. O yüzden korkmanıza gerek yok sadece etrafınızda ki herhangi bir şeye dokunmayın yeter. Eğer kokunuz üstlerine sinerse işte o zaman hepimizin işi biter."
"Tamam anladık"
"Güzel"
Ve daha kimse konuşmamıştı. Artık ormanlık bir alana girmiş ve şehirden uzaklaşmıştık. Araba ilerledikçe kötüleşen yollar ile araba hafiften sallanmaya başladığı zaman şehirden oldukça uzaklaştığımızı anlamıştım.
Bir süre sonra araba durduğunda kafamı kaldırıp camdan dışarıya baktım. Her yer kocaman ağaçlar ile çevriliydi hemen çaprazımızda ise yıkık ve oldukça eski bir görüntüye sahip kilise duruyordu. Kilisenin yan tarafında ki kısımda ise bir kaç büyük taş vardı. Etrafı incelemeyi bırakıp ön koltuktaki Minho'ya döndüğümde onunda bize baktığını fark ettim.
"İncelemeniz bittiyse artık inseniz mi?"
Dediği şeyler ile gözlerimi devirip yan tarafımdaki kapıyı açıp aşağı indim. Felix ve Seungmin de benimle birlikte arabadan indikten sonra Minho da inmiş ve arabayı kilitleyip bize dönmüştü.
"Burası biraz ıssızdır o yüzden dikkat edin ve birbirinizi kaybetmeyin ayrıca ne kadar eskiden kullanılan bir yer olsada burada hala vampirler olabilir o yüzden benim yanımdan da çok uzaklaşmasanız iyi olur"
"Tamam tamam hadi uzatma da gidelim"
"Ben uyarımı yaptım gerisi size kalmış"
Minho sözlerini bitirip hızla önüne dönüp yan taraftaki kilisiye doğru yürümeye başladı. Ben bir önümüzde yürüyen Minho'ya bir yandan da iki yanımdaki Seungmin ve Felix'e bakıp duruyordum. Dördümüzde sonunda kilisenin önüne geldiğimizde durmuştuk. Minho bize bakıp tekrar kapıya döndüğünde yaptığı her hareketi dikkatlice izliyordum. En sonunda kapıyı hafifçe ittirip içeri girdiğinde bir süre tereddüt etsemde arkamdan omzuma konulan sıcak bir el ile tüm cesaretimi toplayıp adımlarımı içeriye yönlendirdim. İçeriye girdiğimizde burnuma dolan rutubet kokusu ile yüzümü ekşitip etrafı incelemeye başladım.
Dışarısı oldukça eski görünen kilisenin içi de bir o kadar yıkık döküktü. Yerlerdeki kırık cam parçaları, bazı kuru tahtalar ve taşlar ile bir harabeye benziyordu.
Bir süre kilisenin içinde gezindikten sonra Minho'nun bir kapıdan içeriye girmesi ile onu takip edip arkasından kapıdan içeri girdik. Girdiğimiz oda da aynı kilisenin diğer yerleri gibi yıkık döküktü fakat bir farkı vardı. Bu odada kocaman bir alan vardı. Etrafı mumlar ile kaplı ve ortasında garip semboller olan alan tıpkı bir ain alanı gibi duruyordu.
"Şu çemberin içine geçin"
"Bu o büyücünün dünyanıza geçmesini sağlayan geçit değil mi?"
Seungmin'in sorusuyla Minho hızla ona dönmüş ve kaşlarını çatmıştı. Felix ve ben ise sessizce onlara bakıyorduk.
"Yani? Burada ne sonuç çıkarman gerekiyor?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BLOOD AND GROUND
FanfictionHan Jisung kendi halinde bir çocuktu. Ailesi ile fazlaca problemleri olan Jisung geçimini sağlamak için yarı zamanlı olarak bir markette kasiyerlik yapıyordu. Fakat kim bilebilirdi ki o gün akşam saatlerinde markete giren yabancı yüzünden kendini fa...