Bölüm 8

163 9 0
                                    

-Ertesi gün-

Dün, istem dışı gerçekleşen o öpücükten sonra jungkook kendine gelen ilk kişi olup, hızla geri çekilmiş. "Özür dilerim, özür dilerim. Çok özür dilerim" diyerek daha benim bir açıklama yapmama izin vermeden koşarak uzaklaşmıştı.

O andan sonra da, onu bir daha okulda görememiştim. Görseydim eğer, ona her şeyi anlatırdım. Ellerinin ellerime temas ettiği an gözlerinin nasıl bir maviye döndüğünü ve öpücükten sonra elimin üstünde çıkan o ruh eşi izini.

Biliyordum ki şuan benim elimde olan iz'den onda da vardı ve merak ediyordum acaba jungkook bu iz'in anlamını biliyor muydu?

Açıkçası tüm bu olaylardan sonra jungkook'un normal bir insan olmadığını anlamıştım. Jungkook aynı benim gibiydi. O bir extraterrestrial'di. Bağlı olduğu bir gezegen vardı ve sanırım o safir mavisi gözlerini de gezegenine ait olan doğal taşların renginden almış olmaydı.

O satürn gezegenine ait bir extraterrestrial'di.

Dün bunu yoongi'ye anlattığımda "tahmin etmiştim. Hatta o yanında ki pembe kafa varya, jimindi sanırım adı. Oda normal değil" demişti.

Bunu nerden anladığını sorduğumda, hissettiğini söylemişti. Garipti ama yoongi'nin hisseleri gerçekten çok kuvvetliydi.

Bugünse dersimiz olmadığı için dışarı çıkmış, lilith'i bulmak için sokaklarda dolaşıyorduk. Her ne kadar sinyali sayesinde daha önce uğradığı yerlerinin bir listesini yapmış olsak da, lilith'in her zaman aynı yerde kalmayacağını da biliyorduk. Bulunmamak için sürekli ya mekan, ya da şehir değiştirecekti. Bu yüzden işimiz oldukça uzayacaktı ve bu şehir o kadar büyüktü ki gez gez bitmiyordu. 

Lilith'i bulmak için hem lazer gözlerimi, hem de bileğimde ki uyarıcı sinyalini kullanıyordum. Olurda Lilith yakınlarda bi yerlerdeyse eğer, bileğimde ki bileklik titreşim vererek beni uyaracaktı.
Ama ne yazık ki kaç saattir gezmeme rağmen ne ufacık bir ipucu, ne de ufak bir sinyal vardı. Anlaşılan benim zeki kardeşim bu sefer gerçekten de zekasını kullanarak hareket ediyordu.

En sonunda bıkmış ve bunalmış bir şekilde ara sokaklardan birine girdiğimde, gördüğüm görüntü duraksamamı sağlamıştı. Jungkook önünde duran tuhaf giyinimli 2 adamla bir şeyler konuşuyordu ve sinirli olduğu her halinden belliydi.
Jungkook'u kimin sinirlendirdiğini ve bu adamların kim olduğunu öğrenmek istediğim için dayanamayıp konuştuklarını dinlemeye başladım.

"Ya anlamıyor musunuz? gelmeyeceğim diyorum. Gel-me-ye-ce-ğim."

"Ama prensim babanız.. "

"Ne babası ya, o adam benim babam falan değil. Babam olsaydı eğer benim isteklerime, benim fikirlerime önem verirdi. Kendi istekleri doğrultusunda hareket etmezdi."

Prens mi? Doğrusunu söylemek gerekirse bu beni o kadar da şaşırtmamıştı. Çünkü Jungkook bir prens kadar çekici, yakışıklı ve güzel biriydi. Ama sanırım babasıyla ilgili sorunları vardı.

"Prensim, lütfen zorluk çıkarmayın ve bizimle gelin. Babanızın kesin emri var. Sizi gördüğümüz yerde geri götürmemiz emredildi."

"Offf siz nerden çıktınız da buldunuz beni ya. Sizin yüzünüzden kaç tane ülke değiştirdim ben haberiniz var mı? Yeter be yeter bıktım. Gelmiyorum işte sıkıyorsa götürün"

Adamlar önce birbirlerine bakıp daha sonra jungkook'a doğru bir adım atmaya başladıklarında, içimde tetiklenen koruma iç güdüsüyle jungkook'un harekete geçmesine fırsat tanımadan ben harekete geçmiş, iki elimi de havaya kaldırarak sallayıp adamları iki farklı yöne savurmuştum.

Adamlar duvara çarparak yere düşerken jungkook'da şaşkınlıkla bana doğru dönmüş, beni görmesiyle de bambi gözleri irileşmiş, küçük dudakları şaşkınlıkla aralanmıştı.

Kaşları karmaşayla çatılıp "Taehyung..."
Dediğinde adımı ilk defa onun ağzından duymak beni gülümsemişti. Ellerimi ceplerime koyup yanına giderek tam karşısında durmuş ve gülümseyerek yüzüne eğilip "selam" demiştim. Bakışları önce yerde baygın bir şekilde yatan adamlara, sonra da bana kaymış. "Burada ne yapıyorsun?" Diye sormuştu.

Gülümseyerek geri çekilip omuzlarımı silkerek konuşmuştum

" hiç, sadece buradan geçiyordum ve bu adamların da seni rahatsız ettiğini görünce, dayanamadım ve seni kaçırmaya geldim."

Sözlerimle ufak bir kahkaha atıp
"Beni kaçırmaya mı geldin?" Dediğinde başımla onu onaylayıp bir elimi cebimden çıkartarak ona doğru uzatmış, hafif bir şekilde eğilerek konuşmuştum

"Evet. Ve şimdi izniniz olursa eğer prensim, sizi kaçırmak istiyorum. Benimle gelir misiniz?"

Bir elime, bir yüzüme bakmış sonra da dünyanın en güzel gülümsemesini bana bahşederek elini elimin üstüne koymuş. Tıpkı benim gibi hafif bir şekilde eğilerek oyuncu bir edayla cevaplamıştı beni.

"İzin veriyorum prens taehyung.
Lütfen kaçırın beni burdan"

Hiçbir şey söylemeden jungkook'u kendime çekmiş, yüzünü göğüsüme yaslayarak parmağımı şıklatıp bizi evime ışınlamıştım.

Geri çekilmemle jungkook kapalı gözlerini titreştirerek açmış. Önce gözlerimin içine, daha sonra onu getirdiğim yere bakıp "burası senin evin sanırım" demişti.

"Hmhm. Yoongiyle beraber kalıyoruz"

"Tatlıymış" dediğinde elimle salondaki koltukları işaret edip "otur lütfen" demiştim. Beni başıyla onaylayıp ikili koltuklardan birine oturduğunda bende yanına gidip " bir şeyler içmek ister misin?" Diye sormuştum. Kafasını iki yana sallayarak " Hayır, teşekkür ederim" demişti. Gülümseyerek yanına oturup "pekala, anlat bakalım. Neden hiç şaşırmadın?" Diye konuya direkt bodoslama daldığımda, gülümseyip "neye?" Demişti.

"Normal bir insan olmadığıma?"

"Normal bir insan olmadığını zaten biliyordum taehyung"

Şaşkınlıkla yerimden doğrulup
"Nasıl yani? Ne zamandan beri?" Dediğimde, gülümseyip "en başından beri" demişti.

"Sınıfımıza geldiğin ilk andan itibaren anlamıştım benim gibi olduğunu, çünkü aura'n seni ele veriyordu.
Normal bir insan olsaydın eğer aura'nın rengi beyaz olurdu ama senin ki beyaz değildi."

" öyle mi? peki benim aura'mın rengi neymiş?"

"Sarı"

"Peki ya senin ki?"

"Benim ki de mavi"

"Gözlerin gibi yani?"

"Gözlerimin mavi olduğunu nerden biliyorsun?"

"Öpüşmeden önce gözlerin maviye dönmüştü jungkook. Üstelik normal bir mavi de değildi. Safir mavisiydi."

Öpücükten bahsedince gözlerini bir anlığına kaçırması, beni gülümsemişti.

"Senin de sarıya dönmüştü. Kehribar sarısıydı.  "

"Tahmin etmiştim. Peki, Elimizde ki bu izin ne anlama geldiğini biliyor musun?"

Sağ elimi kaldırarak gösterdiğim iz'imle o da sol elindeki iz'e bakmış, kafasını sallayarak ufak bir tebessümle cevaplamıştı.

"Biliyorum... Bu bir ruh eşi izi."

"Evet. Ve sen benim ruh eşimsin jungkook. Bu bizim birbirimze ait olduğumuzun bir kanıtı. "

Contingency (Taekook)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin