59. Bölüm: Ne Akilem Ne Divane

426 42 112
                                    

İyi okumalar!

...

''Ben, başına henüz gelmemiş en kötü şeylerin en iyisiyim.''

...

 Ellerindeki iki viski şişesini sakince masaya bıraktı, ardından artık üzerinde emanet gibi durmamaya başlayan aynı sakin hareketlerle masanın başındaki yerine oturdu Levent. Sırasıyla sağında, masaya dirseklerini yaslayıp iyice eğilmiş olan Ediz'e; karakoldan bir haftanın sonunda az önce çıkmış olan ve sandalyesinde yayılarak oturan Efe'ye; onun karşısında, kucağında Balın'la oturan Atlas'a ve onun da yanında, Balın'ı attığı bakışlarla gülümseten Atakan'a baktı. 

 Bu kadar sene, şu an pencerelerden vuran ışığın bile üzerlerine yakışmadığı, onları aydınlatamadığını düşündü önce. Bir de şimdi geldikleri noktayı düşündü, gülmemek için kendini zorlamak durumunda kaldı. İnanılır gibi değildi ama sürüsü için düşündüğü gelecek hiç de bu şekilde olmamıştı.

 Ve inanılır gibi değildi ki, bu noktayı her şeye rağmen çok sevmişti.

 Konuşmaya başlamadan önce, gözü Atakan'ın yanındaki tek boş sandalyede takılı kaldı. Polen, ailesine olduğu kadar sürüye de sürpriz olmuştu. Poyraz, seneler önce, hiç tanımadığı bir çocukla tanıştırmıştı hepsini; onun da oğlu olduğunu ve ne yapıp edip Polen'i de sürüsünün betası olarak görmesi gerektiğinden bahsetmişti. O zamanlar bunun düşüncesi çok ürkütücü gelmişti Levent'e çünkü Polen'e dair hiçbir şey hissetmiyordu.

 Onun, bambaşka bir ailede doğduğu fazlasıyla aşikardı. Diğerlerini daha rahat anlıyor, başlarına bir şey gelse içinde hissediyordu fakat doğaları gereği olan hiçbir bağ, Polen'le arasında yoktu. Bu yüzden onu asla kabul edemeyeceğini düşünmüştü Levent ama gerçek tam tersi olmuştu. Kıvırcık, deli dolu betası, fazlasıyla olduğu gibiydi. En kötü olaylara bile kahkahalarla gülebiliyor, resmen karşılaştığı zorluklar karşısında kendini rahatlatabiliyordu.

 Alfaları ne kadar kendindense Polen o kadar değildi. Ve alfaları ne kadar tanıdık duruyorlarsa Polen de bir o kadar karmaşıktı; en az onlar kadar sürüye ait, onlardan daha zehirliydi.

 Özetle, deli baldı işte.

 İyi ki de öyleydi.

''Günaydın...'' Polen esneyip melodik bir sesle mırıldanarak yavaş yavaş merdivenleri inmeye başladı, gördüğü kalabalıkla ise duraksayıp önce şaşkınca, sonra gülen gözleriyle bakıp kıkırdadı. Aslında kalabalık değildi, her zaman olması gereken kişiler ve her zaman yanında olan kişilerdi. Ama herkesi böyle bir arada görmeyeli asırlar olmuş gibi hissettiriyordu. Bir asır gördüğü bile yoktu üstelik. Durum çok ciddiydi.

''Po-ye!''

''Evet, Po-ye!'' Atakan Balın'ı heyecanlı sesiyle taklit edip oturduğu yerden ayaklandı, merdivenlere ilerlemeye başladı. ''E, hani öyle uzak oluyordu Polen?" diyerek sırıttı, Polen de aynı şekilde gülünce anlaştıklarını düşünüp hemen, durduğu basamağın altına geçti ve korkulukların üzerinden atlayıp omuzlarına yerleşen betayı sıkıca tuttu. ''Oh be!''

"Efe gelmiş," diyerek gülümsemesini genişletti Polen. Meriç günaydın mesajının ardından bunun bilgisini de vermişti ama bu kadar çabuk olabileceğini düşünememişti beta. Her gün yanına gitseler de özlemişti.

"Sorma oğlum ya," diye sızlandı Efe. Gelir gelmez kendini banyoya attığı için hala ıslak olan kırmızı saçlarını karıştırdı. "Başım şişti yemin ediyorum. Bir yandan kanun insanları bir yandan Balamir yılanı... hayır o savcı mıdır nedir, neydi öyle ya! Herif taktı bana, Saruhan olmadan ağzımı açmadım yanında. Yoksa başka bir şeyden atacaktı beni içeri. Böyle babayla da ömür geçmez valla, benimkini aradım resmen. Sağ olsun ne geldi ne de aradı. Bu iyiliğini unutmayacağım."

DELİ BAL - BLHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin