66. Bölüm: Yanlış Taşa Oynayıp Kazanmak

454 33 183
                                    

Bölüm şarkımız: Alex Sparrow - She's Crazy But She's Mine

İyi okumalar!

...

''Tüm nedenler bir kenara, inkar edemiyorum

 Bir suçluya aşık oldum.''

...

"Domino!"

 Üst üste duran bezelyelerden birini çatalıyla ittirip hepsinin dağılmasını izlerken kıkırdamalarının arasında heyecanla bağırdı Polen. Yemekhanedeki insanların dikkatini çekmek elbette umurunda değildi fakat yanında oturan Atlas'ın hiç oralı olmaması canını sıkmıştı. Dağılan sebzeler, diğer yemeklerin arasına gizlenmiş, çatalla ayrılansa ebe misali saklambaca başlamak için bekliyordu. Çok güzel bir manzara vardı. Atlas'ın görmesi gerekiyordu.

Ebe olan bezelye tanesini Atlas'ın tabağına fırlattı Polen, bezelye çorba kasesine düşüp alfanın dikkatini çekince ise güldü. "Atlas, kaçırdın. Senin yüzünden hiçbiri saklandığı yerden çıkamayacak. Oyunun bitmesini beklerken yenerek ölecekler!"

"Kim?"

Atlas sıkıntılı bir ifadeyle kaşlarını çatıp etrafı süzünce yeniden güldü Polen, bezelyelerden birini ağzına attı. Alfanın bakışları her hareketini takip edip neyden bahsettiği anladığını gösterircesine rahat bir ifadeye kavuşunca ise bir de Atlas'la beraber güldü. Çok güzel gülüyordu. Atlas mutluydu. Şimdi kendisi de gerçek anlamda, mutluluğu normal olma halinden ayırarak mutluydu. Böyle olmayı çok sevmişti.

"Oğlum yemeğini yesene," diye gülerek karşılık verdi Atlas, saklanan bezelyeleri kaşığına doldurup Polen'in ağzına gönderdi. "Artık saklanmaya gerek kalmadı, midende devam etsinler." Sonra aklına bir şey gelmiş gibi telefonuna baktı, gülümsedi. "Bazen Balın'la konuşuyormuşum gibi hissettiriyorsun... yemek yemeyeceğim diye her şeyi yaptın. Ye artık hadi, yetişemeyeceksin. Beklemem, ona göre..."

Polen ağzındakileri çiğnerken olumlu anlamda başını salladı, hemen önüne döndü. Çok yorgundu ama aynı zamanda da çok heyecanlıydı. Yetimhaneyi çiçeklendirdikten sonra içinde tarif edemediği bir rahatlık hissetmişti; sanki seneler boyunca karanlıkların ardında, yatağının altında ya da dolabında gizlenen canavarların, aslında kendini korkutmak için gizlenmediklerini yeni öğrenmişti. Hem canavarlar da korktukları için gizleniyorlardı. Hatta o kadar iyi gizleniyorlardı ki onları arkadaş olmak için aradığında dahi bulamıyordu. Fakat şimdi, hepsi birer birer dışarı çıkmaya ve elinden tutmaya başlamışlardı. Kiminin eli bıçaklı kiminin boyalıydı, bazılarının yüzü kabuk bağlamış, bazılarınınsa hala kanlıydı. Ancak nasıl görünürlerse görünsünler, ne hissederlerse hissetsinler yüzlerindeki büyük gülümseme hep aynıydı. 

 Onlara canavar, deyip durmuştu Polen. Hepsi, aile albümünün sayfalarından önüne düşen kendi fotoğraflarıymış gibi zihninde belirdikçe de bunun sebebinin, kime ne yaparsa yapsın, kendinden en çok korkan kişinin yine kendisi olduğunu hatırlamıştı. Ve her şeye rağmen canavar olmayı, içinde canavarlar barındırmayı sevmişti Polen; böylece hem diğer canavarlarca sevilip sayılıyor, hem de güvende ve bir yere ait hissediyordu. Üstelik çok eğleniyordu. Hala inkar edemediği üzre de bir zamanlar oynadığı ya da öldürdüğü insanlar için pişmanlık duymuyordu. Fakat yüzlerini hatırlayabildikleri aklına geldikçe de acaba yolları kesişmese, o gece ne yapacaklarını düşünüyordu. Belki birinin dolapta bıraktığı pasta yalnız kalmıştı belki de diğerinin yatağı hiç toplanmamıştı... hepsinin kendine dair hikayesi son bulsa da kendilerine dair olan yarım kalmıştı. Böyle düşünmek üzüntü veriyordu.

DELİ BAL - BLHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin