36

2.3K 128 12
                                    

Miran'dan.... 

Nitekim, hayatta felaketlerle gelen bir dönüm noktası; bildiğimiz dünyanın yok olduğu bir an olmalıdır. İki kalp atışı arasında bizi farklı birine dönüştüren bir an. Sevgilinin başka birinden hoşlandığını itiraf edip ayrılmak istediği an. Ya da annemizi, babamızı, en yakın dostumuzu toprağa verdiğimiz an. Veya doktorun, kötü huylu beyin tümörümüz olduğunu söylediği an. 

Yoksa bu anlar aslında sadece; işaretlerini görmezden gelmezsek anlayabileceğimiz daha uzun süreçlerin dramatik sonuçları mıdır* 

Bu dönüm noktaları gerçekse, gerçekleştikleri anda farkına varır mıyız, yoksa sıçramayı çok sonradan, olayları yeniden hatırlarken mi fark ederiz? 

Annemi düşündüm. Onu ve büyük gizemlerle dolu ölümünü. Gözleri her daim mutlulukla parıldayan o kadını, kendisini bıçaklayarak öldürecek kadar yoran sebepleri bulmaya çalıştım. Sahi neydi annemi öldüren şey? Babam mıydı yoksa doğduğumdan beri aralarında hissettiğim mesafe miydi? Ben miydim? Enes miydi? 

Hiç bilememiştim bu soruların cevaplarını. Hiç kurcalayamamıştım. Hissettiğim korku ve endişe uzak tutmuştu beni bu soruları araştırmaktan. 

Neydi beni bu kadar korkutan? Neydi bu kadar endişelendiğim?  Öğreneceğim gerçekler miydi?  Yoksa bu gerçeklerle karşı karşıya kaldığım an yaşayacağım tükenmişlik miydi? 

Annemi düşündüm bir kez daha. Okuldan döndüğüm gün oturma odasının ortasında bulduğum bedeni düştü gözlerim önüne. Bembeyaz elbisesinin içindeydi güzeller güzeli annem. Saçları ensesinde küçük bir topuzla şekillendirilmişti. Ayakları çıplak, bedeni solgundu. Karnına sapladığı bıçağın etrafında oluşan kızıllığa kenardaki vazoda duran beyaz güllerin üzerine düşmüş kızıllıklar eşlik ediyordu. Hayatı boyunca hayranlık duyduğu çiçekleri de kendi kanına bulamıştı annem. Habersiz bir şekilde katletmişti onları benim içimde. Habersiz bir şekilde hayatta en çok nefret ettiğim nesneyi vermişti bana. 

Annemden sonra asla eskisi gibi olamadım. Olamadık. Ne ben ne Enes ne de babam, annemin evimize kattığı o sıcaklığı birbirimize katamadık. İki grup olduk kendi içimizde. Babam kendi başına bir grupken ben ve Enes'te kendi içimizde bir olduk. Yaralarımızı sardık, birbirimize tutunduk, birbirimizi çok sevdik. Aynı gerçek abi-kardeş gibi birbirimize her şeyimizi sunduk. 

Annemin ölümünden yaklaşık iki hafta sonra babam eve yeni bir kadın getirdi. Uzun saçları sarı renge boyanmış, kısa boylu bu kadın babamdan sekiz aylık hamileydi. Bunu kendi ağzıyla söylemişti ben ve Enes'e babam. Annemi aldattığını açık açık itiraf etmişti. Acımasızca, umusamazca. Pişkin pişkin gülmüştü bir de. Kabul etmeyenin evinde yeri olmadığını haykırarak göz dağı vermişti bize. 

Enes ile o evden çıkarak yeni bir şehre, yeni bir eve taşınmamız da hayatımın ikinci büyük dönüm noktası olmuştu. Daha kendim çocukken kardeşime bakmıştım ben. Geçimimizi  sağlamak için birçok işte çalışmış, okulumu yarım bırakmak zorunda kalmıştım. Fakat bunların hiçbiri sorun teşkil etmemişti benim için. Tek isteğim kardeşimi mutlu etmekti. Annemden bana kalan son şeyi de onun gibi kaybetmek niyetinde değildim hiç. Kardeşim için didindim, ona yedirdim, ona içirdim, onu sevdim. 

Hayatımın üçüncü dönüm noktasıyla tam da bu yoğun düzen arasında tanışmıştım. Maysa, hayatımın en güzel dönüm noktası olmuştu benim. En stressiz, en keyifli. En renkli ve en karanlık. 

Omuzumdaki tonlarca yük ile onun omuzlarındaki yükleri taşımak istemiştim. Onunla gülmek onunla ağlamak istemiştim. Onu sevmek sevmek ve daha çok sevmek istemiştim. Ve yapmıştım bunu. Sevgilimi kendimden bile çok sevmiştim.  Kendimden bile çok değer vermiştim ona. Korkmaması ve endişelenmemesi için çabalayıp durmuştum sürekli. Ona zarar verecek her şeyi yakıp yıkmak istemiştim. Fakat bunu yaparken çok yanlış bir yol tercih etmiştim. Maysa'nın sevmeyeceği, korkacağı bir yoldu benimki. İstemediği, sürekli kaçtığı. 

MAYSA (bxb)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin