0.6

17.5K 848 113
                                    

Elimdeki dosyayı masaya koyup Makbule Teyze'ye döndüm. Durumu daha iyiydi, kızı ile barışmıştı. Kızı yanında olunca tedavisi hızla olumlu yönde ilerliyordu.

"İyisin Makbule Teyze," dedim karşımdaki kadına bakarak. Solgun bir teni, yeşil gözleri, beyaz saçları ile altmışlı yaşların başlarında olan bir kadındı. "Hatta bugün taburcu olabilirsiniz." kızı söylediklerim ile derin bir nefes aldı.

Aslında aralarındaki küskünlüğün sebebi Makbule Teyze'den kaynaklı olmuş, kızı annesinin durumunu öğrenince tek solukta hastaneye geldi. Başlarda biraz soğuk olsalar da şimdi aralarındaki buzlar erimiş, yerini sıcak sohbete bırakmıştı.

Tabii onların sayesinde tanıştığım Ayaz'ı unutmamalıyım. Yaklaşık dört gün boyunca yoktu. Göreve gitmiş olmalıydı, hiçbir şekilde telefonuna ulaşılamıyordu. Sesi soluğu da çıkmaması cabası. Bazen onun için istemsizce endişeleniyordum.

Ama sözümde durup ona her gün mesaj atmıştım. Sanırım üç bin mesaj olmuştu, çok iyi bir insan olduğum için beş bin tane atmamıştım.

Lanet olsun içimdeki insan sevgisine.

Hastane koridorunda boş boş yürürken "Ahu Hanım!" diyen Bengü'nün sesi ile irkildim. Biri bu kıza her yerden çıkmaması gerektiğini söyleyebilir mi, korkuyorum da.

"Efendim Bengü, efendim!" sesim büyük bir isyanla çıkmıştı. "Kaç kere söyleyeceğim aniden arkamda bağırma."

"Afedersiniz Ahu Hanım," dedi. Bu hastanede yaklaşık üç aydır görev yapıyordum, yeni bu şehire geldiğim için Bengü hâlâ bana 'Hanım' demekte ısrarcı davranıyordu. Bu hastanedeki en genç hemşire olduğu için her yere yetişmeye çalışıyordu. En çok onunla iletişim kuruyordum ancak o yine de çekimser ve utangaç davranıyordu.

"Önce bir konuda anlaşalım Bengü," kocaman olan ela gözlerini kaldırarak bana baktı. Çok tatlı bir yüzü vardı; minik burnu, kocaman ela gözleri, kalp şeklinde dudağı, iki yana örgü yaptığı saçları ile küçük bir kız çocuğu gibi duruyordu. "Bana artık 'Hanım' deme."

Bengü itiraz etmek için ağzını açacaktı ki "Lütfen, rica ediyorum." diyerek onun susmasını sağladım. "Şimdi ne olduğunu anlat," tatlı yüzüne rağmen çok yüksek bir sesi vardı. Farkında olmadan ani çıkışlar yapabiliyordu, bu da onun fazla heyecanlı olmasından kaynaklı bir durumdu.

"Bir şey yok, sabahtan beridir bir şey yemediniz nöbet yüzünden. Ben de size yaprak sarma getirmiştim. Dün gece uyumadan önce sarmıştım, size de yapayım dedim." elinde tuttuğu poşeti o söyleyene kadar fark etmemiştim.

Poşete hazine gibi baktığımı gören Bengü sessiz bir şekilde kıkırdadı. "Sen bir melek misin?" yaprak sarma en sevdiğim yemekti, hatta onu yemek sınıfına koyamayacağım kadar değerliydi benim için.

O yemek konusunu açana kadar aç olduğumu hissetmiyordum ama şimdi midemdeki hücreler sarma diyerek mücadele veriyordu.

Hızla elindeki poşeti teşekkür ederek aldım, boş bir sandalyeye oturup bu hazineleri yemeye başladım. Kendimden geçmiş gibi kabın içindeki sarmaları mideye indirmeye koyulmuştum.

Ne ara yanımdan ayrılıp bana elinde bir bardak çay getirdiğini, anlamadığım Bengü'ye şaşkınca bakıyordum. O bu hâlime gülümseyerek baktı, yanımdaki boş sandalyeye oturarak o da sarmaları yemeye başladı.

Çaylar ve sarmalar bitene kadar konuşmamıştık. Şimdi daha iyi anlıyordum o çok utangaçtı, birisi ona adım atmazsa o yerinden kıpırdamazdı. İlk adımı atarak, "Senin meslekteki ilk yılların alıştın mı hastaneye?" diyerek ona soru yönelttim.

"Evet, mesleğimi severek yaptığım için ortama ayak uydurmak zor olmadı." dedikleri doğruydu, mesleğini gerçekten severek yapıyordu bazıları onun üstüne fazladan iş yüklese de o sorgulamadan eksiksiz olarak yerine getiriyordu. "Peki senin için nasıldı ilk yıllar?"

"Ölümdü." dediğim tek kelime ile ikimiz de gülmeye başlamıştık.

Ama bir şey oldu.

Ambulansın siren sesleri bütün hastaneyi ayağa kaldıracak kadar güçlü geliyordu, biraz sonra içeriye "Doktor! Doktor, biri yardım etsin!" diye bağrışma sesleri duyuldu. Ben ve Bengü birbirimize yutkunarak baktık ve hızla ayağa kalktık.

Seslerin olduğu tarafa doğru koşar adımlarla ilerledik, karşılaştığımız manzara tam anlamıyla berbattı. Yaralı askerler sedyelerde sıra sıra giriyordu, hafif sıyrıklarla atlatanlar da vardı ağır yaralı olanlar da.

Sınıra yakın bir bölgede bulunduğumuz için bu manzara ile sıklıkla karşılaşıyorduk, yine bombalı saldırı olmuştu, yine bizim askerimiz saldırıya uğramıştı. Gözlerime gelen yaşları geriye doğru ittim, kendimi toparlamam lazımdı şu anda duyguya yer yoktu, işimi yapıp onlara yardım etmem lazımdı.

Kendime gelip hemen sedye de yatan bir hastanın başına koştum. Yüzü toprak içindeydi, bedenin çoğu yerinden kan akıyordu, giydiği kamuflajın çoğu kısmı parçalanmıştı. Ona bakınca içimde garip bir his oluştu, anlamlandırmağım bir duyguydu.

Bengü ise direkt bilgileri aktarmaya başladı, "Bomba ona yakın yerde patlamış; şarapnel parçaları göğsüne yakın bir bölgede, kalbine ya da göğüs kafesinde büyük hasar olabilir, iç kanama riski yüksek, şarapnel parçaları vücudun belirli yerlerine de saplanmış acil ameliyata alınması lazım." dedi, hızla sıralayarak. Hastanın nabzı yavaş atıyordu vakit kaybetmeden onu ameliyata aldık.

Ameliyat yaklaşık iki saat sürmüştü, tüm şarapnel parçaları hastanın vücudundan temizlenmişti, göğüs kafesine gelen parçalar giymiş olduğu çelik yelek sayesinde en az hasarı vermişti. İç kanama rikini gösterecek bir komplikasyon çok şükür ortada yoktu.

Bengü'nün elime verdiği dosyayı açıp hastanın bilgilerini kontrol etmeye başlamıştım ki gördüğüm yazı ile beynimden vurulmuşa döndüm.

Dosyada yazan bilgiye göre;

Hastanın adı soyadı: Ayaz Kara.

Dedim neeeeeee???

Sizce bir sonraki bölümde neler olur?

Sizce bir sonraki bölümde neler olur?

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
SON AN | Texting ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin