Kim bilir,
Bizim ardımıza hangi sözleri savuşturacaklar,
Duyacağımızdan bile emin olmadan!
Kimler neleri harf kalıplarına uyduracakta,
Diğerlerinin sessizliğini kıracak.
En az yağmuru bilen yanakların sahibi başlatacak belki de
Konuşulmamasını bildiği halde
''Ne uyumsuz bir ikiliydi.'' diyecek,
Sanki bir olmak için aynı olmak şartmış gibi.
Biri ak, diğeri maviydi, diyecek onun yanındaki,
Renklerin bir önemi varmış gibi,
İkimizde renk körü değilmişiz gibi.
Sonra bizi en çok tanıyan sırılsıklam olmuş yanaklarını silecek
Bu cansız konuşmaya can vermek istercesine kaldıracak başını eğdiği duadan
''Öyleydiler'' diyecek ve eklicek
''İki cihan bir araya gelse anlaşamazlardı.
Fakat gelin görün ki
İki cihanda da ayrı kalamadılar.''
Selam olsun,
Son vedası için bana geldiğinde
Son yolculuğuma eşlik edecek kişiye.
''Yapamayacağını bitirebilir misin?''
CAN (İki sene önce)
Kalbinin sesini duyabiliyordu, artık anlamıştı.Sakinleşmicekti, karanlık saklamıcaktı onu ya da biri gelip kurtarmıcaktı.Bu gece ölüme gidiyordu.Kendini, yaşadıklarını, sevdiklerini, bildiklerini aklının ve kalbinin boşluğuna denk gelmiş ne varsa yok saydığına göre ölebilirdi işte.Üstelik yok sayması kolay olmamıştı.İçi okyanus olmuştu, her an her dakika akmış akmış ve orada birikmişti.İçini boşaltmayı defalarca denemişti.Tanımadığı insanlara dertlerini anlatmış, saatlerce ağlamış, devamında çığlıklar atmış, alkol kullanmış, kendine zarar vermeyi bile denemişti.Yine de tek bir rahat nefes kaymamıştı dudaklarından.Bir gün babası, ona birkaç yudum su mu yoksa okyanus mu olacağını sormuştu.Tabii ki okyanus demişti.Olmuştu da bir süre sonra, bir süre için.Yalan değildi. Babasına söylediği doğrular da vardı, yalanlarının hizasında.Yüzde yetmiş su değildi, yanılıyordu o bilmeyi seven insanlar.Yüzde yüz suydu vücudu ve taşımak yerine boğulmaya başlamıştı.Ancak şimdi o okyanusun içinde boğulamazdı, ıslanmadan bile yüzebilirdi.Yok saymıştı çünkü.Yok saymıştı, boğulmayı.Yok saymıştı, nefes almayı.
Yok sayamadıklarının içinde unuttukları kalmıştı.Kim veya ne olduğunu hatırlamadığı bir şeyi yok sayamazdı.Unuttuklarını düşünmeye başladı, o gürültünün içinde.Hatırlamalıydı onları da, tek tek yeniden var etmeli sonra da yokluklara yuvarlamalıydı.Ama hayır görmüş, duymuş, sevmiş ve unutmuştu.Başkası değildi onun yerine yaşayan oydu, oradaydı ancak hatırlayamıyordu ve şimdi yok sayamazsa onu hiç beklemediği bir anda yakalayıp yeniden hatırlar, yeniden sever, yeniden duyar ve yeniden görürdü.Sahip olduğu benliği insafsızca yargılardı onu.''Bu sen misin, bunu bize nasıl yapabildin?'' derdi.Ve pişmanlık başlattığı oyuna son verebilirdi.Hatırlamalıydı.
Kendini bulabilmek için uzun bir yolculuğa çıkan insanları tanıyordu, hala kim olduğuna karar veremeyen insanları.Onlar gibi hissetmedi, hiçbir zaman.Başaracaklarını biliyordu, ne kadar açgözlü olması gerektiğini biliyordu.Kaybedeceklerini biliyordu, ne kadarını bağışlaması gerektiğini biliyordu.Sevdiklerini, nefret ettiklerini, korktuklarını, zayıf yönlerini, hırslarını, yeteneklerini, acıdıklarını...Hakkındaki her şeyi biliyordu.Kim olduğu ile ilgili her şeyin yazılı olduğu bir listeyi kazımışlardı sanki ruhuna ve kendini tanımak için okumayı öğrenmesi yeterli olmuştu.Oysa birazdan çıkacağı kapıdan sahipsiz ve kimliksiz çıkmalıydı.Okumayı unutmalıydı ki harfler bir kargaşa oluşturmalıydı ruhunda.Sağ çıkabileceği bir yolculuk değildi çünkü.Ama unuttuklarını hala hatırlayamıyordu.Unuttuğun bir şeyi hatırlayamazsın da bilirsin ya o duyguydu işte içini kemiren.Ölmek değildi, ölünce açık kalacak gözleriydi sorun.Gözlerini açık tutan unuttukları, o gözlere birinin bakması, bakanın görebileceği sırrı...Korkuyordu, çünkü göz içlerine bakanlar okuyabilirdi.Her şeyi.Geçmişi savunmasız kalabilirdi.Neydi unutulan?