''Sonsuz bir alemde yaşamaktansa, sonu olduğunu bir hayatı yaşamak daha katlanılırdı.''KAVANOZ KAFE
Kış aylarında olmalarına rağmen hava güneşliydi. Belki de geçirdikleri son sıcak günlerdi. Ateş sabah uyandığında bu fırsatı kaçırmak istemedi ve Kavanoz Kafeye gondol turu ısmarlamaya karar verdi. İlk Özgür abiyi aradı. Ama Özgür abi çocukça işlerle uğraşamayacağını söyleyip telefonu suratına kapattı. Ardından Savaş ve Barış'a sordu. Lakin çocuklar üç gündür hastaydı. Bugün de iyi hissetmedikleri için gelemeyeceklerini söylemişlerdi. Güneş bu teklife balıklama atlayana kadar, Ateş kızlarında gelmeyeceğini düşünüyordu. Ama telefonu kapattığında Güneş, Eyaz'ı da mutlaka getireceğini söylemişti. En sona en inatçı kişiyi bırakmıştı. En yakın arkadaşı olmasına rağmen Ateş bile Kül'e istemediği hiçbir şeyi yaptıramıyordu. Oysa yalvarması gerektiğini düşünen Ateş'in Kül'e sadece gel demesi yeterli olmuştu. Kül 'de öğreniyordu, her şey okulda ki derslerden ibaret değildi. Kül de öğreniyordu, hayatı boyunca en çok aşk için fedakârlık yapacaktı. Gondol Kızılırmak sularına açıldığında Kavanoz Kafenin dört genci de birbirlerine açıldı.
''Kızlar bize gerçek isimlerinizi hala söylemeyecek misiniz?'' Dedi Ateş. Biliyordu, yine onu çok soru sormakla suçlayacaklardı. Ama bu sefer sormakta haklıydı. Konu ne zaman kızların hayatlarına gelse kapanıyordu.
''Neden sürekli her şeyi merak ediyorsun?'' Dedi Güneş. Sıkılmıştı, Ateş'in sorularından. Kafenin dışında ki hayatı onun için sadece bir hayaletti. Onu korkutan ve ölüme çağıran çirkin bir hayalet!
''Özgür abiye söyleyelim de adını Merak'la değiştirsin! Her gün her gün sorulmaz ki!'' Dedi Eyaz. Sinirli çıkmıştı sözleri ama Ateş'e sinirlenmemişti. Sinirlendiği kendisiydi. Ateş'in sorusu Güneş'e söylediklerini hatırlatmıştı. On sekiz ay önce Eyaz doğmuştu ve doğar doğmaz Güneş'e koşmuştu, ''Vakit geldi!'' diyebilmek için. Demişti de. Ölmenin ve yeniden doğmanın vakti geldi, diyebilmişti. Ama şimdi kalbinde pişmanlık vardı. Belki peşinden sürüklemeseydi, Güneş daha az ağlayacaktı. Aslında şimdi kalbinde pişmanlıktan çok sorumluluk vardı. Peşinden gelen biri olmasaydı, daha çok özgür olabilirdi.
''Merak ne? Yenilir mi içilir mi? Ben bilmem.'' Dedi Ateş.
''Yalan söyleme, bu kızlar yalanı çok iyi tanıyor.'' Dedi Kül. Tek meraklı olan Ateş değildi. Artık Kül 'de öğrenmek istiyordu. Rakı kız gerçekte kimdi?
''Biz size hiç yalan söylemedik!'' Dedi Güneş. Söylememişti, haklıydı. En yakın arkadaşı ona Eyaz olarak geldiğinde başka bir dünyanın gökyüzünde doğmuştu. Kendi dünyasının aksine ait olduğu yeni dünyada güneş hiç batmıyordu. Yalnız tek bir sorunu vardı. Hayaletli evler gibi, hayaletli bir ruha sahip olmuştu ve bazen hayalet onu kontrol ediyor, kendi mezarına götürüyordu. Uyandığında eski dünyasının gecesi, güneşin ışığını yok etmiş oluyordu. Ama bu sorunun bir çözümü de vardı. Günlüğüne son yazdıklarını okumak kadar basit bir çözümü vardı. Güneş olmadan önce, Eyaz olmadan önce, günlüğü üç cümle ile eskitilmişti. ''Yeni hayaller kurarız, eskileri gerçekleşmezse. Yeni hayatlar yaşarız, eskileri yaşanmaz olursa.'' Yazılanı okuduğunda Güneş yeniden doğardı. Eyaz yeniden azat edilirdi.
''Ama gerçekleri saklıyorsunuz!'' Dedi Kül.
''Öyle kaç haftadır birlikteyiz ama sizin hakkınızda şüphelenmediğimiz tek şey yok. Annemin elini öpen kızların kim olduğunu öğrenmek istiyorum. İlk kez kız götürdüm ben evime, önemli bir şey bu.'' Dedi Ateş. Gülüyordu, her zaman ki samimiyeti ile.
''Sanki evleneceğin kızı götürdün! Altı üstü hasta ziyaretiydi!'' Dedi Güneş.
''Evlenicez ya gelinim senle. Hani ben gülüyordum sen evet diyordun, hatırlasana.'' Dedi Ateş. Son zamanlarda Güneş'e sürekli evleneceğiz demeye başlamıştı. Güneş beyaz elbise giydiğinde gelinlik en çok benim gelinime yakışacak diyordu. Ya da Güneş temizliğe yardım etse evimizi de beraber temizleriz diyordu. Hatta dün kafe için ekipçe alışverişe çıktıklarında kıza on ikilik çay bardağı almıştı. Günün sonunda Güneş'e verirken evlenince karşılıklı çay içeriz, çeyizine koy demişti.