''Deccal gelip özür dileyecekti, benden. Geç kaldığı için!''
NİLÜFER
Pazar sabahı üç civarıydı. Elimde kalın bir romanın 172. sayfası vardı. Cevabını veremediğim bir soru için okumaya devam etmiştim. Kitapta saklanan bir karakter vardı. Onu çoktan sobelemiştim. Benim merak ettiğim neden kendini saklanıyordu? Bu gösteri kim içindi? Atahan beni aradığında sorumun cevabı ihtimallerden öteye gitmemişti. Kitabı sinirle kapatıp çalmakta ısrar eden telefonumu açtım.
''Bu saatte neden arıyorsun?''
''Bu saatte neden uyanıksın?''
''Sen aramadan önce uyuyordum.''
''Aşağıdayım, odanın ışığını görebiliyorum.''
''Ne? Neden? Tamam uyumuyordum, kitap okuyorum ama senin ne işin var bu saatte?''
''Tamam şaşırmadım, kıyamet koparken bile seni kitap okurken bulacağıma eminim. Şimdi aşağı in, uçacağız.''
''Ne? Ata ne diyorsun ya!''
''Nil, in hadi arabada seni bekliyoruz.'' Dedi Merve. Telefonda Merve'nin sesini duyunca afallamıştım. Merve gece on ikiden sonra uyumazsa ölebilirdi. Gece onu asla çevrimiçi göremezdim. Gece onu asla arayamazdım. Çok acil bir işim olsa dahi sabahı beklemek zorunda kalırdım. Şimdi ramazanda sahura bile kalkmayan arkadaşım bu saatte evimin önündeydi. Beynim ihtimalleri sorgularken o sesi ve arkasında ki diğer sesleri duydum.
''Nil bekletme bak sinirleniyorum. Kalın giyin ve in.'' Dedi Ehad her zaman ki tehditkâr sesiyle. Arkadan gelen kahkaha sesleri olmasaydı önemli bir şey olduğunu düşünür, telaşla sincaplı pofuduk terliklerimle aşağı inerdim. Ama olmamıştı. Farkında olmadan içine girdiğim ekibin, her zaman ki olağandışı halleriydi.
''Tamam beş dakika.'' Dedikten sonra kırmızı kazağımın üzerine pembe ceketimi giydim. Eminim çoğu kişi bu görüntüdeki iticiliği hissedecekti. Ama benim gibiler pembeyle kırmızıyı bile yakıştırırdı. Benim gibiler uyumsuzluktan zevk duyardı. Boynuma doladığım atkı ile hazırdım. Ancak dış kapıdan çıkamazdım. Babam annemin kendini bilmez bir halde dışarı çıkmasından korktuğu için her gece kapıyı kilitleyip anahtarı saklıyordu. Benim anahtarım elbette vardı ama babam annemden dolayı her kapı gıcırtısına uyanır olmuştu. Gözümü karartıp odamdaki balkondan atladım. Evimiz ikinci kattaydı, güç bela bir balkondan diğerine geçiş yaparak inebilmiştim.
Arabaya girdiğimde çocukların şaşkın bakışlarına aldırmadan Merve'nin evden getirdiği kahveye yumuldum. Merve hariç herkes neden balkondan atladığımı soruyordu. Merve kapının kilitlendiğini görmüştü. Ama diğerlerine neden kilitlendiğini anlatamazdım. Atahan'ın kapı yok muydu da balkondan atladın, hem nasıl atladın sorularını da Kayra'nın otelinden çaldığı kek ile sabota ettim. Ata ağzına sıkıştırılan kekle susmuştu. Peri de aniden konuyu değiştirdi. Sanırım evlerine yaptığımız ziyarette annemin hastalığını sezmişti. Can henüz onlara annemden bahsedemezdim. Buna hazır değildim.
Ehad'ın babasından arakladığı minibüs sayesinde rahat bir yolculuk yaptık. Ne haltlar yemeğe gittiğimizi Göreme'de öğrendim. Peri ile barışmak isteyen Kayra ve Ehad hepimize balon turu ısmarlıyordu. Atahan uçacağız derken ciddiymiş. Peri cuma günü çekip gittikten sonra Kayra, Ehad'dan özür diledi.
''Her şey için. Seni yalnız bıraktığım için, senin kaybolmana izin verdiğim için özür dilerim.'' Demişti Kayra. O an harika bir şey oldu. Ehad, Kayra'ya sarıldı.
''Dedim sana, biz birbirimizi bırakamayız.'' Ehad bunları söyledikten sonra geçmişi anlatmaya başladı. Peri ile tanışmadan kısa süre önce annesini kaybeden Ehad, Peri'nin gelişiyle yeniden bir anne figürü bulmuş. Peri, Ehad'ın her zaman yanında olmuş. Üzüldüğünde, ağladığında, kavga ettiğinde, sevindiğinde, hastalandığında... Zor gününde, iyi gününde veyahut sıradan bir gününde Ehad'ın yalnız kalmasına izin vermemiş. Zamanla Ehad hırçın, sorumsuz, kavgacı tavırlarını bırakmış ve Peri'nin beğeneceği iyi insan olmak için çabalamış. Şimdi olduğu gibi herkesi şaşırtan meleğe dönüşmüş. Yani ilk karşılaştıkları gün kavgada yaralanan Ehad'ın Peri tarafından çocuksu bir becerikle yaralarının sarılması sonrasında tekrarlanan bir durum olmuş. Belki Ehad'ın çoğu yarası iyileşemeyecek kadar derinmiş. Ama Peri sayesinde ölümcül de değilmiş. Sonra Peri gitmiş. Sen gibi, Can. Yalnız kalan Ehad'ın yaraları derinleşmiş. Eskisinden daha kötü olmuş. Herkese ve her şeye öfkeleniyor, kimseyi umursamıyormuş. Mutsuzluğu tahammül edilemeyecek seviyeye yükselmiş. Ben gibi. Kayra onu ağzı burnu dağılmış halde kavgalardan toplamış, leş gibi koktuğu içkilerden ayıktırmış, Ehad'ın yaptığı her türlü pisliği temizlemiş. Ehad, Kayra'nın cüzdanında bir fotoğrafla birlikte Peri'nin adresini yakalamasaymış, bu durum devam edecekmiş. Ama kıskançlıktan deliye dönen Ehad, Kayra'nın bacağını kırmış. Kayra o sıralar çok iyi top oynuyormuş, Ehad'ın bacağını kırmasıyla, hayalleri de kırılmış -o olayı çok az anımsıyorum. Olay, Zeynep hoca slayt izletmek istediği için kütüphanede geçmişti. Kütüphane görevlisi olduğum içinde ortalığı ben toparlamak zorunda kalmıştım-. Sonrasında Ehad, Kayra'nın gözlerinde ki acıyı görür görmez yaptığına pişman olmuş. Apar topar Kayra'yı hastaneye götürmüş. Yapılan testlerden sonra doktor uzun süre Kayra'nın futbol oynamayacağını söylemiş. Ehad defalarca özür dilemiş, kimsesi olmadığını söylemiş, onu affetmesi için yalvarmış ama nafile... Kayra'yı da kaybeden Ehad daha çok batağa saplanmış. Uyuşturucu kullanmış, satmaya başlamış, her anı kavgayla geçmiş. Sahiplenecek kimse olmayınca, daha çok kaybolmuş. Ve şimdi bize sahipti. Yeniden kardeşine, yeniden aşkına, ilk defa olarak dostlara... Nasıl olduğunu bilmiyorum ama artık dosttuk. Peri gittikten ve geçmiş anlatıldıktan sonra bunu hepimiz hissedebiliyorduk.