ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
''Bırakmadım onu, daha çok sarıldım.''
ÖZGÜL
Bir hastane odasında Nil'in uyanmasını bekliyordum. Dün gece bileklerini kesmişti. Ve dün gece doğum yapmıştım. Eşim, babamı aradığında annem çıkmıştı telefona, ilk başta telefonu kapatmayı düşünse de artık saklanmak istemiyordu. Uzun zamandır düşündüğünü gerçekleştirdi. Anneme yaşadığımı söyledi. Duyduklarına inanamayan annem babamı uyandırdı. Babamda artık bizi saklamak istemiyordu. En azından annemden. Ona her şeyi anlattı. Annemin neşeyle gelen kahkaha seslerine ve onları takip eden hıçkırıklarına uyanan küçük kardeşim Yusuf, her zaman yaptığı gibi Nilüfer'in odasına gitti. Ablasını uyandırıp, annesini sakinleştirmesini isteyecekti. Ama başka bir şey gördü. Nilüfer'in bileğinden damlayan kanı...
Hastaneye geldiklerinde ben doğuma hazırlanırken, Nil tedaviye alındı. Çok fazla kan kaybetmesine rağmen iyi olmuştu. Bende iyiydim. Vaktinden evvel ve zor bir doğum yapmama rağmen, kendime geldiğimde Nil'in odasına koşacak kadar iyiydim. İlk evladımı kucağıma alamadan kaybetmiştim. Şimdi ise bir bebeğim daha olmuştu. Ama onu da kucağıma almadan Nil'in yanına koşmuştum. Kardeşimi o kadar çok merak etmiştim ki o telaş ile anne olduğumu unutuvermiştim.
Bir kızım oldu. İsmini Peri koyacaktım. Nil'in kaybettiği arkadaşına çok üzülmüştüm. Kızıma Peri'den başka bir isim düşünemedim. Nevşehir'e üç hafta önce Peri'nin vefat ettiği gün dönmüştük. Babam bu şehre adım atmamızı istememişti. Küçük bir şehirdi. Birilerinin beni görmesinden ve yeniden törenin kurbanı olmamdan korkuyordu. Ancak korkularımıza izin verirsek yaşayamazdık. Bu babamın sözüydü. Babamı ikna ettim. İki sene boyunca neredeyse Türkiye'nin her yerini gezmiştik ve çocuğumu kendi şehrimde doğurmak istiyordum. Üstelik annemin durumunu öğrenmiştim. Artık onu bekletemezdim. Geldiğimiz ilk gün, babam annemi ve Nil'i bana getirecekti. Ne yazık ki o gün Peri'nin cenazesine gitmek zorunda kaldı. Sonrasında ise sürekli erteledik. Nil arkadaşlarında kalıyor, eve hiç uğramıyordu. Babamla konuşmuyor, sürekli ondan kaçıyordu. Annem benim sahte cenazemi hatırlamıştı. Sinir krizlerini önlemek için sürekli sakinleştirici alıyor ve neredeyse tüm gün uyuyordu. Onun başka bir şok yaşamasına izin veremezdik. Böylece bekledik, annemin biraz kendini toparlamasını ve Nil'in eve dönmesini bekledik, bekledik, bekledik... Ve sonra bir anda, her şey bir anda oluverdi.
Nil'in yanağından süzülen gözyaşlarını fark ettim. Rüyasında ağlamaya başlamıştı. Onu gördüğü kötü rüyadan uyandırmak istedim. Ama sadece uzanıp elini tuttum. Uyandığında iki senenin hesabını ona nasıl verecektim? Neyi nasıl anlatmalıydım? Nereden başlamalıydım? Ondan uzaktayken yaşadığım her gün, ona kavuşacağım günü düşlemiştim. Şimdi ise ne yapacağımı bilemiyordum. Çok geç kalmıştım. Tıpkı şimdi yaptığım gibi, Nil'i kötü bir rüyadan uyandırmak için çok geç kalmıştım. Elini tutarken parmaklarına doladığı siyah bantlar beni rahatsız etti. Bakışlarım gözlerinden parmaklarına kaydı. Gençler arasında yeni bir moda mıydı bu? Neredeyse her parmağında vardı. İçlerinden birini çıkarmak üzereydim ki annem odaya girdi.
''Ah be yavrum çocuğun yukarıda ağlıyor, sen burada oturuyorsun. Hadi çık uyanınca ben seni ararım.''
''Anne nasıl anlatacağız ona?''
''Ben anlatırım. Hadi yavruna git.'' Annem, kesin konuşmuştu. İtiraz edemedim.
''Peki.'' Deyip yavaşça kalktım. Nil elini bıraktığımda hafifçe kıpırdadı ve ben odadan çıkarken uyandı. Kapıyı kapatmak üzereyken onun çığlığını duymuştum. Daha sonrasında kıpırdayamadım.
''Beş...''
''Beş mi?'' Annemin şaşkınlığı kısa sürmüştü. Hemen sehpanın üzerinde ki suyu alıp ona içirdi. Anneler, evlatları korkunca su içirillerdi. Sadece korkunca da değil, bazen içlerinde ki yanan ateş sönsün diye içirillerdi.