''Görmeyince ölecekmiş gibi hissettiğim seni, gördükten sonra daha fazla acı çekiyordum. Gerçi haklısın, sen hep daha fazlasıydın. Ölümden bile daha fazlası! ''
NİLÜFER
Las Vegas'taydım. Flamingo otelinin karşısındaki Sezar otelinde kumar oynuyordum. Şehirle karşılaşmasaydım, neredeyse kazanıyordum. Ama onunla karşılaştığım an kaybettim.
Şehir, kendini güzelleştirmek için servet harcayan dul bir kadın. Çoktan kuraklaşmış, belki de hiç yeşillenmemiş. Yine de ışıl ışıl çölün ortası. Işıklara kanıyor gelenler de. Böylece alabiliyor kadın her gece başka birini koynuna! Deliler gibi sevdiği kocasını yaşarken bulamadığı aldatma fırsatı oluyor her sabah kalkıp giden, güneşi görüp ışıkları beğenmeyen. Yine de aldatamıyor ölü kocasını, her seferinde deniyor hissedebilmeyi ve her seferinde daha da hissizleşiyor kadın.
Kırmızı allıklar sürüyor yanaklarına, utanması ilk ihanetinde sökülmüş... İlk kiminle aldatmıştı ya da ilk nasıl aldanmıştı? Hatırlamıyor, bir dil allıklarını siliyor. Yalancı utanması da kalmıyor. Yudumluyor, kırmızı rujunu eksik etmediği dudaklarını martini taçlandırıyor. Bir ölüyü aldatabilir miyim diye soruyor, defalarca içine çektiği et parçasına. Etin sahibi konuşuyor, parçanın ağzı canlanmamış bedenleri kusuyor. Aldatırsın diyor, benimle yavrum kendini bile aldatırsın diyor. Kadın itiyor bedeni üstünden. Kendini aldatmak istemiyor ki, sadece ölen kocasını aldatmak istiyor. Ölüp gittiği için, onu tek başına bıraktığı için. Kalkıyor, üzerine geçirdiği kırmızı elbisesi ile iniyor kumar salonuna. İşte Vegas hatun ile orada tanışıyorum. Hemen önümde ki masada kumar oynuyor. Titriyor elleri, kumar kâğıtlarını titretiyor elleri. Oynuyor her gece, rezil hayatını kutsamak için oynatıyor herkesi. Rest çekmesi boşuna. Kaybediyor kadın. Her gece. Tek kaybettiği kocasının serveti de değil üstelik. Ayrılırken masaya düşüyor, kokuşmuş bedenini terk etmek isteyen saçları. Saçların en uç kısımları ölmek üzereyken hatırlıyor. Bir zamanlar kadını seven birileri vardı ve parmak uçları ile dokunurdu saçlarına. Kimdi o? Neden gitmişti? Hatırlamıyorlar, cevabını bulamadan ölüyorlar. Kadın unutamıyor ama. Unutmayı denedikçe düşüyor. Yılgınlıklarına bir an daha ekleyip, topuklu ayakkabısının kurbanı olup. Oyunu bırakıp kaldırıyorum onu düştüklerinden. Salona girdiğinden beri üzerinden alamadığım gözlerime bakıyor. Seviniyor, belki de eşi öldükten sonra ilk defa. Kulağıma yaklaşıp, usul usul fısıldıyor.
''Buralarda benden çirkini yoktu. İyi ki geldin, çirkinliğime güzellik kattın. Kal, gitme! Seni kim terk etti, terk edilince sen neler yaptın bilmiyorum ama saklarım seni. Las Vegas'ım ben. Saklayamadığım karanlık yok. Kal ve hisset günahın ruhunu. Bu son seferin biliyorsun. Saf kalamazsın artık, damlamış kalbine zehir. Oysa diyarlar arası geçiş için ya saf bir kalbe ya da zifiri gözlere ihtiyacın vardır. Kal ve yaşat içinde tüm diyarların ruhlarını.''
Saygıyla uzanıp öpüyorum elini. Ojeleri kıpkırmızı, hiç taşırmamış.
''Ben sürdüm onları.'' Diyor dikkatimi fark edince, tırnaklarımı kir içinde görünce.
Elimi tutup dudaklarına götürüyor. Öpmek değil niyeti, tadına bakmak. Koparırcasına emmeye başlıyor. Beğenmiş olmalı ki, bıraktığında kırmızı ruju silinmiş oluyor. Çok sonra hatırlayabiliyor, taşmayan ojelerini.
''Titrek ellerime aldanma, kör değil gözüm. Seni görür görmez ne kadar lezzetli olduğunu anladım. Günaha çoktan bulanmışsın. Yanık kokuyorsun. Kal, benimle. Burası senin istediğin ateş. Burası senin başlattığın yangın.'' Susmuyor, anlatıyor sürekli.
''Haklısın, cehennemin ateşler içinde olmasının tek sebebi canı yananların diyarı olması. Haklısın, canı yandıkları için yakıyorlar, onlara dokunanları. Kal, gitme. Sussan bile seni anlayacak tek kişi benim.''