25

15.1K 1.5K 137
                                    

Bölümü yazarken bunu dinlemiştim, belki dinlemek istersiniz. Çok seviyorum eski şarkıları,

İyi okumalar

×

Mikhail'den

Uzun zamandır ayrı kalınan bir kişiyi ya da bir yeri yeniden görme isteğine hasret denir sözlükte. Ama 'uzun zaman'dan kastının ne demek olduğunu kimse açıklamaz.

Birisinin hasretini çekmek için kaç gün, ay ya da yıl gerekirdi? Annem ve babam aynı gün ölmüştü, onları özlemek sadece bir saatimi almıştı.

Saudade miydi bu hissettiğim? Portekizcede “Bir kimsenin yokluğunda hissedilen derin özlemi ve bir zamanlar kaybettiğin bir şeyin bir daha asla senin olamayacağını anladığın an yaşadığın his" diyorlar. Özlememi, korkularımı anlatan binlerce yabancı dilde kelimeler olsa da anlamları birdi.

Oysa şimdi daha büyük bir hasretle sınanıyordum. İki dakika, sadece iki dakika olmuştu duyduğum şeyleri anlamam. 'Ben bıçaklandım.' Sözlerini harf harf, hece hece anlamam gerekti. Beynim şoktan çıkamadan diğer darbe geldi. 'Ofisteyim, şey çok kan kaybettim.'bu cümlelerin çok benzerlerini Benjamin ya da Vincent'e kurduğum fazlaca an vardı. Duygudan ve acıdan yoksun sesimle durum analizi yapardım yalnızca. İlgilendiğim tek şey yaşayıp yaşamayacak oluşumdu.

Oysa şimdi bu cümleler çok ağırdı.

Kafeden içeri girerken onca yolu nasıl geldiğimi bilmiyordum bile. İçerisi boşaltılmıştı, kimse yoktu. Çınar'ı arıyordum ve bulmazsam kıyametin kopacağı mekânı onun kıymet verdiği yerde başlatacaktım.

"Pakhan." Orhan, buraya garson olarak soktuğum adamdı.

"O nerede?" Başka bir cevap istemiyordum. Kısa ve net bir konum istiyordum.

"İçeride müdahale ediyorlar, ofiste." Gösterdiği yere ilerledim. Görmeyi beklediğim manzara aşina olduğum bir manzara olacak olsa da muhattabı olan kişi kılına bile zarar gelmesini istemediğim biriydi.

Geçtiğim koridor bile eziyetti. Varmak istediğim yer kalabalıktı. Kapıdan girdiğim an gelen keskin kan kokusu ile gözlerim hızla içeride gezindi.

Müdahale eden bedenler arasında zar zor görebildim siyah saçların sahibini. Yerde uzanıyordu, gözleri kapalıydı. Ağır ağır bedeninden aşağıya indi bakışlarım. Karnına saplı bıçak ve sağ elindeki yarıkla yutkundum. Sözler beynimde donmuştu, bir türlü dudaklarımın arasından çıkamadılar.

"Pakhan!" Arkamdan gelen Benjamin nefes nefeseydi. Ona ne söylediğimi hatırlamasam da arkamdan hızla geldiğini hayal meyal hatırlıyordum.

"Hastayı alalım sedyeye." Birinin bağırışı ile birileri etrafında toplandı Çınar'ın. Onu bir yere yatırıp alttan ayaklarını çıkardılar. Benjamin'in kolumdan çekmesiyle kapının önünden çekildim. İlerleyen bedenlerden birinin kolunu tuttum.

"Durumu nasıl?" Diye sordum hızla.

"Biraz kan kaybetmiş ama durumu iyi. Elindeki kesik derin, dikiş atılması gerek."

Bilgilendirmeden hemen sonra görevli diğerlerini takip ettiğinde ben de peşinden ilerledin. Çınar'dan ayrılmak ihtimaller arasında bile olmayacaktı.

Benjamin sessizce beni takip etti ve arabayı sürmek konusunda ısrar etti ama izin vermedim. Ambulansı takip ederken durmadan konuştu.

"Çınar güçlü biri bir sey olmayacak. Karnından yaralanmış yalnızca hayati organları sağlam. Bıçağa baktım, av bıçakları değil tipik basit bir çakı. Birkaç dikişle kurtulacak merak etmeyin."

Biliyordum, kahretsin ki hepsini biliyordum. Vücudumda yüzlerce bıçak izi vardı, beynim ben orada dikilirken durumunu analiz etmişti zaten. Ölme ihtimalini düşünmüyordum bile.

Ancak sorun zihnim değil kalbimdi. Bir şey olmayacağını bilsem de o yeşilleri görmeden kendime gelemezdim. Çınar'ın iyi olduğunu kendisinden duymadan rahat edemezdim.

Hastaneye giriş yapıldığında park yeri bulmak zordu ancak birinin çıkmaya başladığını görür görmez oraya yöneldim. Park eder etmez Benjamin ile birlikte hastaneye girdik. Danışana sorduğumuzda ikinci kattaki ameliyathaneye alındığını söylemiş ve doldurulması için hasta formu vermişti. Onları Benjamin'e bırakarak merdivenlere yöneldim. İkişer ikişer çıktığım merdivenlerden sonra nihayet ameliyathane önündeki sandalyelere oturduğumda geriye acılı bir bekleyiş kalmıştı.

Düşünceler tıpkı bir kurşun kadar hızlıydı, şarapnel parçaları misali beynime batıyorlardı. Çınarlı düşünceler bu kez gülümsetmiyordu. Aksine dışı korku içi çaresizlikten bir oluşan bir zırh gibi zihnimi örtmüş; güzel ve iyi haberleri benden uzak tutuyorlardı.

Derin bir nefes alıp verdim. Ölmeyecekti, sadece iyileşmesi icin zamana ihtiyacı vardı.

Her şey senin yüzünden.

Zihnimdeki sesi susturmak için her şeyi düşündüm kafedeki bana, bize özel masa rezerve edişi tekrar tekrar zihnimde belirdi. Sahne binlerce kez tekrara düştü.

Onu koruyamadın.

Başımı sağa doğru eğerek kütlettim. Sanki acımasız davranırsam boynumu kırabilir ve bu sesi susturana dek hayal aleminde gezinebilirdim.

"Efendim?" Benjamin'in sesiyle zar zor kendime geldim.

"Diyorum ki, Çınar'a bunu yapan kişiyi paketlemişler. Haberiniz olsun, kafeye bakması için Lev'i görevlendirdim."

Başımı salladım onlarcasına. Konusmak içimden gelmiyordu. Sanki bu andan sonra Çınar ilk kelimesini kurarsa konuşabilirmişim gibi büyülenmiştim.

Uzun bir bekleyiş mecbur olduğumuz şeydi. İçimdeki her şeyi mahvetme arzusu, Çınar'ı kendi gözümle görme isteğine yenik düşüyordu. Ne yapacağımı bilmediğim sayılı anlardan birindeydim.

Biliyordum ki Çınar'in iyiliğinden emin olduğumda zihnimindeki buz çözülecekti.

Ve o buz çözüldüğünda bunu yapan kişi kıyameti en derinden hissedecekti.

Gözüm puştluk yapıp yanıyor kalem sürmeyi bırakmam lazım galiba

Neyse, bu bölüm sonrası var aklımda bir şeyler dananın kuyruğunun koptuğu yere gelmeye daha var bunlar hazırlık sadece

Haydi Eyvallah

(2 bölüm düne özeldi. Bu bölüm 1000 kelime değil 780 kelime. Ne de olsa 1000 kelime olup bir de 2 bölüm yayinlamama rağmen kısa olduğunu inatla söyleyenler var. Bari bu sefer isyanları gerçekten sebepli olsun)

Insta: Fromthemonlight

Yardımcı| GayHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin