24

14.7K 1.6K 359
                                    

☺️

×

Kafenin bu kadar rağbet göreceğini asla tahmin edemezdim.

İnsanlar sandalyelere oturmuş kendi aralarında sohbet ederken onları bütün olarak izlemek, yağlı boya tablosuna bakmak gibiydi. Zihnimdeki gözlem feneri onları ışıl ışıl bir manzaraya döndürüyordu. Kalabalık bir yerde olmanın en güzel tarafı da onları izlemekti.

Onları gülümserken görmek huzursuzluğumu silip atıyordu. Başkalarının mutluluğuyla mutlu olabilmenin en güzel tarafı da buydu.

Bir yandan da Mikhail vardı. Planımı hemen hayata geçirmesi ve bana güvenmesi beni hayallere itiyordu. Ona güvenebildiğim bir dünyanın hayaliyle yanıp tutuşuyordum.

İstanbul'da, yetimhanedeyken çok hareketli bir çocuktum. Sürekli gezmek ve kendimi kirletmek isterdim. Kimse bilmese de kirlenmek isteme sebebim terk edilmeme bir kılıf uydurmaktı. Annem eğer beni temizlemekten bıktıysa belki de bu yüzden beni terk etmişti?

Hatayı kendimde arayıp bulamayınca bir huy uydurur ve yine de onları haklı çıkarırdım. Çünkü sanki haksız ve sebepsiz yere terk edilmişsem bu beni daha da üzecekti. Küçük bir çocuğun mantığında terk edilmenin sebebi anca bu yöntemlerle tahmin edilebiliyordu.

Mikhail ile yan yana oturduğumda aklıma hep oradaki anılarım geliyordu. Sanki ona kirlenmek isteme sebebimi anlatsam kızıp toprağı dövecekmiş gibiydi ve bu komik bile olsa aslında huzur vericiydi.

"Çınar bey." Sese döndüm. Baristalardan biri olan Barış bana bakıyordu.

"Barış?" Mola zamanıydı muhtemelen. Üniversite bire giden çok genç bir çocuktu. Biraz utangaçtı yalnızca.

"Şey, konuşabilir miyiz?" Diye sorarken gözlerime bakamıyordu bile.

"Tabii." Tezgaha yaslanan bedenimi çekip koridora ilerledim. Ofise girdiğimde Barış arkamdan geldi.

"Otur, kalma ayakta." Diyerek elimle önümdeki sandalyeyi gösterdiğimde ikimiz de ayakta dikiliyorduk.

"Üzgünüm." Sessiz kelime çaresizlik dolu bir tonla kulağıma ulaştığında daha odaya yeni adım atmıştık.

"Neden?" Kafa karışıklığıyla ona baktığımda ne demek istediğini anlamaya çalıştım ancak arka cebinden çıkardığı bıçakla hiç beklemediğim ani bir atakta bulundu.

Refleksle kolunu tutup bedenimi biraz geri çektim. Beklenmedik bir olayın içinde kendimi bulmak artık alışkanlık olmuş gibiydi ama kesinlikle nefret etmeye başlıyordum.

"Siktir!" Barış atağını savuşturmama rağmen direndi. Deli gücü vardı sanki, beni arkamdaki kapıya sertçe yaslandığında bıçaklı elini tutuyordum.

"Pişman olursun yapma!" Sanki beni duymuyordu. Bıçağı bana saplamaya öyle odaklıydı ki, yapmasını engellemek icin onu etkisiz hâle getirmem gerekiyordu.

Kalbim hızla atarken son bir güçle bir elimle omzundan tuttuğum gövdesini kendime çekip sertçe kafa attım. Barış geriye doğru yalpalasa da elindeki bıçağı bırakmadı.

Dışarı çıkıp yardım isteyemezdim, çocuklu aileler ve liseli çocuklar için riskli olurdu. Onu burada paketlemeli ve Mikhail'e ya da Benjamin'e haber vermeliydim.

Tabii o bıçak hayati bir yerime girmezse.

Gözlerim etrafı süzerken Barış tekrar atakta bulundu. Bileğini tutmaya çalışsam da başarısız oldum. Bıçağı avucumun icinde tutarken yarıldığını hissedebiliyordum.

"Piç kurusu!" Öfkeyle konuşup onu itmeye çalışsam da öyle odaklıydı ki başarısız oldum. Avucumun yarılan kısmı her yerimi kan içinde bıraktığında acısı artık gözümü dolduruyordu.

"Yapmak zorundayım, öldürmek zorundayım." Tekrar tekrar söylediği kelimelerle benim cevaplarıma sağır etmişti kendini.

Odaklanmaya çalışarak ayağımı dizlerinin arkasına getirdim. Dengesini kaybedip bir dizi üzerine düştüğünde dizlerimin dibine gelen yüzüne diz kapağımla vurdum. Elimdeki acıyla geriye doğru ilerlerken Barış kan akan burnunu tuttu.

Acıyla küfür edip masamın üzerindeki heykeli almak için yöneldim. Barış'ın kafasını hedef aldığım sürece kurtulabilirdim.

Arkamı dönmeye kalktığım an onu hissettim. Son gücümle geriye doğru savurduğum heykel onu bayıltırken aynı saniye karnıma giren bıçakla soluğum kesildi.

Bayılan Barış'ın dibinde, ayakta dururken acı bir lav misali bıçaktan karnıma aktı. Elimdeki açık ve derin yara da acırken nefes düzenimin bozulmaya başladığını hissediyordum.

Yutkundum, tekrar tekrar. Karnımdaki bıçakla ayakta kalmaya çalışırken sisli bilincime dolan yabancı sesle bunun telefon zil sesi olduğunu anlamam zamanımı aldı.

Yardım. Diye düşündüm. Yardım istemem gerekiyor, her kim arıyorsa.

Telefonu sağlam elimde ters cebimden çıkarmak zor olsa da başardım. Dibimdeki sandalyeye oturduğumda daha çok düşmüş gibi hissetmiştim.

Ekranda gördüğüm isimle gülümsedim. Gözlerimden akan yaşları henüz hissedebilmiştim.

Arayan Mikhail'di ve nasıl yapıyorduysa en ihtiyacım olduğu anda bana ulaşıyordu.

"Malysh nasılsın?" Sesini duymak sanki kurtulmuşum gibi hissettirdi.

"B-ben, Mikhail ben-" cümleyi bir türlü kuramadım. Acı ve savunmasızlıkla dolan gözlerim hıçkırıklar sebep oldu. Küçük bir çocuk gibi ağladım.

"Çınar neyin var?" Sert ve endişeli sesi bir ninni gibiydi.

"Ben bıçaklandım." Gözlerim buğulanırken olayi anlatmaya çalışıyordum ama kelimeleri bulmak ve cümleye dönüştürmek çok zordu.

"Ofisteyim, şey çok kan kaybettim." Sesim gittikçe kısılmaya başladı.

Mikhail bir şeyler bağırsa da duyamadım. Gözlerim kapanırken telefon elimden yere düştü.

Gördüğüm son şey odanın penceresinden gökyüzü olmuştu.

☺️

Yardımcı| GayHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin