"Girelim o zaman?" Beni onaylayınca uyum testinin yanındaki büyük kalpli kapıya girdik..
.
.
.Tuğrul ve Çınar ile birlikte terkedilmiş eski lunaparkta atlıkarıncanın olduğu yere doğru yürüyorduk. Etrafın çok ıssız ve sessiz oluşu, istemsiz bir gerginlik oluşturuyordu. Ufak tefek konuşmaların ardından atlıkarıncanın önüne gelmiştik.
"Açelya, yeteneklerini kullanmaktan çekinme tamam mı?"
"Tuğrul haklı, diğer oyunu düşünme sadece buna odaklan. Eşyaları da zor durumda olursan kullan." Bana endişeyle bakan adamlara gülümsedim.
"Herhalde kullanacağım gerekirse, henüz ölmeye niyetim yok." Hâlâ daha bana bakmaya devam edince, sesimi yükseltip onlara çıkıştım.
"Bak iyi olacağım ben, hadi gidin oyununuza. Vakit kaybediyoruz!" Çıkışımla kendilerine gelip bana şans dileyip yanımdan ayrıldılar.
Arkalarından baktım bir süre, kısa sürede birlikte olsakta tüm takım olarak aramızda bir bağ oluşmuştu. İstemsizce bu zorlu oyunda birbirimize kenetlenmiştik. Ve açıkçası birbirimiz hakkında da fazlasıyla endişe duyuyorduk.
Derin bir nefes alıp oyunun olduğu yere yaklaştım. Klasik bir atlıkarınca vardı, beyaz atlar ortalarından geçen demir direk ile daire şeklindeki platforma sabitlenmişti. Oraya baktığımda bir farklılık görmeyince, görevli olan canavarın yanına gittim.
Oturan canavarın önünde bir kontrol paneli vardı, seviyeleri olan yukarı doğru haraket eden bir kol vardı. On seviyesi vardı, yeşilden kırmızıya doğru yol alıyordu seviyelendirme. Bir de ek olarak başlatma ve durdurma tuşu vardı. Oldukça basit olan panele kısa bir göz gezdirdim. Yavaşça zorluğu artan bir oyun olacaktı. Ne kadar gergin olsam da bunu belli etmedim.
"Ata...bin..istediği..ne" Korku evindeki görevli gibi onunda ağzı yırtılmıştı ve bozuk bir sesle konuşuyordu. Daha önce gördüğüm görüntü bu sefer beni o kadar etkilemememişti. Ama dikkatimi ağzından çıkan kesik nefesler ve titreyen bedeni çekti. Açıkcası bu haraketleri sapıkları andırıyordu, şüpheyle ona bakarken söylediklerini hatırladım.
"Binelim bakalım." Atlara tekrardan baktım. Birbirlerinden tek farkları saç ve kuyruk renkleriydi. Beyaz porselen yapıların kırmızı,mavi,sarı,lacivert
,pembe,yeşil,gri ve mor renkte saçlarına baktım. Neye göre karar vereceğimi bilmediğim için sevdiğim bir renk olan kırmızıyı seçtim. Hem saçımlada uyumluydu."İler...le" canavarın uyarısıyla beklemeden ata bindim. Tutuncak bir yer bulamayınca, önümde duran direğe tutundum. Oturduğum anda diğer oyuncuları gördüm. Sekiz at da doluydu. Sekiz takım vardı ama korku evinde iki takım ölmüştü nasıl sekiz kişi olabilir ki? Belki de aynı takımdan iki kişi gelmişti? Ama tek kişilik değil mi? Gerçi bizim korku evi oyununa takımın tamamının geldiği belli değildi. Belki de bir kişi bu oyunu seçmiş, diğerleri korku trenine gitmişti.
"Merhaba oyuncular, yarım saatlik atlıkarınca turuna hoşgeldiniz. Hedefiniz yarım saat boyunca atlıkarıncadan düşmeden ve ya ayrılmadan turu tamamlanmak. Başarısızlığın sonucu ölümdür, iyi eğlenceler."
Robotik kadının sesiyle altımdaki beyaz porselen atın üstünde çatlaklar belirmeye başladı, çevreme baktığımda ise küçük olan dairenin gittikçe genişlediğini koca bir araziyi kapladığını gördüm. Resmen atlı karınca sahası, büyük bir çayıra dönmüştü! Ben şokla etrafa bakarken altımdaki attan kişneme sesi geldi.
Daha üstümdeki şoku atlatamadan, altımdaki beyaz porselen tamamen kırılıp içinden devasa boyutlarda bir at çıkmıştı. Koyu kızıl rengindeki at, şaha kalkarak hızla koşmaya başladı. Refleksle tutunacak bir şey ararken boynunda bir eyer olduğunu fark ettim,düşememek için sıkıcı tutundum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ölüm Oyunu BxB
Mistério / SuspenseDediler, madem kabul ettin son şansı, gir oyuna da kazan ölümle olan yarışı. -------- Bu hikâye yirmi altı yaşındaki otopsi yardımcısının, dört kişiyle beraber yeniden yaşamak için yarıştığı oyunun hikayesidir. Azrail'in tırpanını boynunda hissetme...