Sabahın köründe kendi çabalarımla kazandığım okulum için zorlanarak da olsa uyandım. Tüm bursu kapmıştım tabii ki. Sınav gibi aptal ve stres edici bir kağıt parçası beni alt edemez.
Ben her zaman daha iyiyim.
Nerdeyse kışa girecek olmamıza rağmen üzerime hırka veya mont almadan çıkmayı düşündüm.
Üşümeyi uzun zaman önce bıraktım.
Hazırlandığımda evin hizmetlisine haber verdim gideceğimi. O ise:
"Efendi Izuku, anneniz sizi kahvaltıda görmek istediğini söylemişti."
"Öyle mi? Hayır, gidiyorum."
"E-efendim!.. Lütfen gitmeyin." Ne diye bu tavır?
"Neden?"
"Çünkü eğer siz giderseniz, suçlusu ben olacağım..." Kafasını eğdi. Ah, lanet olsun... Annemden bu yüzden nefret ediyorum.
Haklı olsan dahi kendini savunamıyorsun. Asla kendi hakkını arayamıyorsun. Mutlak bir gücü var sanki de, başkalarının hakkına girme yetisini kendinde bulabiliyor.
"Eğme başını Michiko." Elimi onun çenesine götürüp gözlerimizi buluşturdum. Pembeye çalar gözlerine kendine gelmesi için sertçe baktım. Gözleri açıldı ve öylece donakaldı. Ne kendini geri çekti ne de göz temasını bozdu.
Ben de sözüme devam ettim:
"Başkaları seni kontrol etmesin. Eğer haklı isen, bizzat ben savunurum seni."
Yanaklarının kızardığını gördüğümde arkamı döndüm, çıkmak üzere olduğum evden defoldum ve kendi özgürlüğüme kısmen kavuştum. -evin koca bahçesindeydim-
"Huh, çok da tın."
"Ne çok da tın?"
Ensemde hissettiğim nefes ile gözlerim fal taşı misali açıldı ve kendimi öne atıp arkama baktım.
"Katsuki..."
Bana hafif gülümseyerek bakıyordu.
"Ne o? Selam bile vermeyecek misin?" Bana bunu o mu söylüyor?
"Ne zamandan beri sonradan fark eden selam veriyor?
"Ah, soruma soruyla cevap verme huyunu unutmuşum. Günaydın Izuku."
Ufak göz devirdim. Bu soğukta bile kızıl kızıl parlayan gözlerini bana dikti.
"Günaydın."
"Nereye böyle? Üşümüyor musun?"
"Hayır." Yeterince kısa kestiğimi düşünüyorum.
"Üzerinde neredeyse hiçbir şey yok. Nasıl üşümüyorsun?"
"Burada seni ilgilendiren bir konu yok."
Sert cevaplar vererek beni yalnız bırakmasını istiyordum ama o inat etmiş gibi salmıyordu yakamı.
"Bu kadar kaba olma."
"Hah," yorgun bir nefes verdim fakat haklı sayılırdı. "Pekala, kusura bakma."
"Boş ver. Gel, sana bir fincan kahve ikram edeyim. İçin ısınmış olur."
"İçim ısınmaz."
"Abinin çayıyla bile mi?"
Hah, bilerek mi yapıyor?!
"Sen!.."
Sustum. Yumruğumu sıktım. Burayı terk etmek yapabileceğim en güzel şey olurdu lakin çok da acınası olurdu.
"Abim falan değilsin."
"Üzgünüm, hoşlanmadığını unuttum." Hayır, unutmadın. Gayet de bilerek yaptın.
"Kahven veya çayın, hiçbirisi beni ısıtmaz. Çünkü burada üşüyen birisi yok."
"O zaman sadece karşılıklı sohbet için içelim?"
"Sen... Peki, lanet olsun." Son kelimeleri kısık sesle söyledim ama sanırım duydu. Ancak o da aldırış etmedi.
O bu saatte büyük ihtimal kılıç çalışıyordu. Kılıç ustası oldu başımıza. Antrenman yapmayı bayağı seviyor olmalı. Tch, umrumda zaten (!)
Onun odasına geldiğimizde beni karşısına oturttu. Önüme bir çay koydu. Güya kahve içecektik. Kendi çayından bir yudum aldı ve açık koca kapıdan dışarıya baktı. Gözleri altı derece olan havaya takılı kalmışken aklı bende olmalı ki konuşmaya başladı:
"Nasılsın?"
"İyi."
"Okula mı gidiyordun?"
"Evet."
"Neden? Daha başlamasına iki saat var."
"Sabah yürüyüşü yapmak istedim."
"Sabahın altısında?"
"Evet!"
"Tamam, gerilme hemen..."
Yine göz devirdim ve ben de aynı kapıdan dışarıya, ağaçlara gözlerimi diktim.
Onun bana baktığını hissettim.
"Soruları hep ben soruyorum, buna muhabbet mi diyoruz?"
"Sayılmaz mı? Konuşuyoruz sonuçta..."
Aslında beni böyle çay içmeye çok çağırmaz. Belki annem uyanık değil diye sohbet edecek birisini arıyordu. Ne bokumsa. Çaydan yudum alıyordum konuşurken. Bitti zaten şu çay.
"Sen öyle diyorsan."
"Sıkıcı soruların bittiyse kalkıyorum."
"Bu kadar çabuk mu?"
"Evet."
"Hayır, otur. Bir fincan daha içelim."
Ses etmedim. O da fincanları doldurdu.
"Ne için beni çağırdın sohbet etmeye?"
"Bunu sorman garip. Çağıramaz mıyım? Abi kardeş soh-"
Ellerimi masaya vurdum.
"Yeter."
Gözlerimi ona diktim. Onun da kaşları hafif çatılmıştı.
"Bir daha kendine abi demeye kalkma. Benim abim değilsin, olmayacaksın da. Duydun mu beni?"
"Seni kardeş olarak görmek en doğal hakkım."
"Ben istemiyorum. Ne görürsen gör, bunu dile getirme. Hoşlanmıyorum."
"Anladım. Nefret etmeye devam et."
"Nefret etmeme layık olduğuna şükret."
Çantamı kollarımdan geçirdim ve ayağa kalktım. Bu konuşma yeterince uzamıştı. Arkamı dönüp son cümlemi söyledim, sonra da o evi terk ettim:
"Unutma 'abi'. Üşüdüğüm zamanlarda arzuladığım tek çift kol seninkilerdi, sen de yoktun."
...
[644kelime]
Yazar is back.
?nasılsınız değerlilerim?
:) Bölüm nasıldı...?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hırsız | DekuBaku
RandomSoğuktu. Ama çoktan donmuş bir zihniyeti hangi kış titretebilirdi, hapsolmuş bir kalbin zincirini hangi soğuk kırabilirdi ki? Titremek için illa soğuk mu gerek insana? Tek bir ağız, dizlerinin bağını çözemez mi? Mesafe için illa şehirler mi girmeli...