Elimdeki basketbol topuyla resmen savaşıyordum. Beynimdeki yüzlerce salak düşünceye savaş açmış, her birini topun temas ettiği uzayda yer kaplayan her cisme vurarak onları bombardımana tutuyordum.
Aptal gibi davranmıştım. Bunu düşündükçe kafayı yiyecek gibi oluyordum ama gerçekten Berkan'ın böyle düşüneceğini bilmiyor, tahmin bile etmiyordum. Berkan, genelde birinden etkilenir, birlikte olur ve bitirirdi. Hiç ilişkisi olmadığı gibi, hiç kimseyi sevmemişti de. Ben, benimle bir ilişkiye başlayacağını aklımın ucundan bile geçirmiyordum. Cidden, aptaldım.
Potanın altında dururken elimdeki topla birlikte arkama dönüp diğer potaya doğru salladım topu. Daha top düşmeden, potaya bile ulaşmadan kendimi parkeye attım ve ofladım. Ne bok yiyecektim? Gerçi yiyeceğim boku biliyordum, o Tuncay'ın anasını sikecektim. Takıntılı orospu çocuğu, bilerek bunu gidip Berkan'a anlatmıştı.
Topun ahşap zemine inerken çıkardığı sese kulak verirken ellerimi saçlarımın arasından geçirdim. Bir iki kez daha topun sekme sesinden sonra kapının sesi yankılandı spor salonunda. Başımı yerden kaldırmadan yaklaşan adım seslerini dinledim. İşin içinden nasıl çıkacağımı bilmiyordum ve en kötüsü Berkan'ın ne tepki vereceğini az çok tahmin edebiliyordum.
Adım sesleri yaklaşırken kulaklarım uğulduyordu, ağlamak istiyordum. Göz ucuyla başımı kaldırmadan ona baktım. Elindeki çantayı yere bırakıp birkaç adımla kalan mesafeyi de kapattı. Sonra tam önüme, karşıma oturdu. Dizlerini hafifçe kırıp kollarını genişçe etrafına sardıktan sonra sol bileğine sağ elini sardı.
Ellerimi saçlarımdan indirip onunla aynı pozisyonu aldım. Başımı kaldırmak istiyordum ama yüzündeki ifadeyi görmek istemiyordum. İçimde saçma sapan rüzgarlar esiyordu ve hazır olmadığım bir şeye göz yummak istemiyordum. Onu daha bulamamışken kaybetmek istemiyordum.
"Kazandınız mı?" diye sordum tamamen konudan bağımsız bir şekilde.
"Seksen yedi, yüz on. Kaybettik," diye cevap verdiğinde dudağımın içini ısırarak yutkundum.
Kaybetmek pek onun lügatında yoktu. Kaybetmekten nefret ediyor, hatta nefretten bile daha fazlasını hissediyordu. Her zaman kazanamazdı evet, ki kazanmıyordu da ama kaybettiği her maçtan sonra kendini de kaybettiğine defalarca tanık olmuştum. Geçen sene okullar arası turnuvada şampiyonluk maçında kaybettiğinde takımdaki herkesi dövmüştü. Üstüne üstlük gidip bir çeteye tek başına sataşmış, kendini de dövdürmüştü. Geri zekalı.
Bunun profesyonel lig olması da onu durdurmuyordu, adam Felipe Melo'ya dönüyordu maçlarda ve yenilirken kendi takım arkadaşlarının boğazına bile sarıldığı oluyordu. Kısaca, kaybetmek onu şiddete meylettiriyordu.
Ama... Şimdi öyle öfke dolu gibi bir hali yoktu. Sanki kaybetmemiş gibi rahat bir tavrı ve konuşması vardı. Yüzüne bakmadığım halde bunu çok net görebiliyordum ve bu beni korkutuyordu, nedensizce.
Dudaklarımı ağzımın içine yuvarlayıp başımı salladım usulca. Bana baktığını diken diken olan tüylerimden anlayabiliyordum ama dediği gibi, yüzüne bakamıyordum. Ne diyeceğimi defalarca kurmuş olmama rağmen şu an mantıklı hiçbir açıklamam yoktu. Gerçi, kendime göre mantıklı olan ona göre olmayabilirdi de ama bunu dert edecek durumda değildim.
Yüreğimde bir sızı vardı. Berkan'ın benden etkileniyor olması garipti. Aslına bakarsanız, benim Berkan'a bir şeyler hissediyor olmam da garipti. Her şey; öpüşmemiz, benimle ilgilenmesi, onunla zıtlaşmaktan zevk almam, Alphan'ı sevdiğimi sanarken ona tutulmam... Ne bileyim, her şey bir anda olmuş gibiydi. Sanki uyuyup uyanmış ve bambaşka bir hayatta bulmuştum kendimi. Berkan'ı kaybetmekten bu kadar korkacağım aklımın ucundan bile geçmezdi.