40. AYİN-İ BERCESTE

969 45 156
                                    


" Ben olmuşken deli divanen, en hayasızın da olurum en yezidinde. "

                      🔥🔥🔥

Saatler önce vardım henüz Savaş'a. Gitti, öksüz bıraktı beni koca bir kasabanın ortasında da yitirdim bir avuç ruhumu ayaşların kirlettiği masada. Koca bir mezarlığın ardında oturan iri bedeninin amacını biliyordum en nihayetinde. Kemiklerim kırıldı bir bir ve mezar taşım oldu bildiklerim. Burdayım derken titreyen ellerim koca omuzlarına düşüyordu. Bunun ağırlığı avuçlarımın kırıklarında toplansa bile yağan kar'ın soğukluğundan sanacak diyordum. Ben şimdi ölsem durmadan beyaza boyanmaması adına parmaklarımı gezdirdiğim simsiyah saç tutamlarına tutunan kar sorumlu tutulacak diyordum. Benim ruhumu katleden o anın tek suçlusu o olsun istedim. Lakin bilmiyordum ki ben, sevdama ağıtlar yakan gökyüzünü, ölü umutlarıma toprak olan kar tanelerini.

Ölürcesine titreyen bedenimi saklamak istedim siyah sularından. Görmesin nasıl öldüğümü bu defa da tekrar bırakmaması adına simsiyah saçlarına bastırdığım dudaklarımdan düşüyordu hıçkırıklarım lakin yinede neyseki korkundan diyecek diyordum. Neyseki benim katlimi soğuktan sanacaktı yahut korkudan. Neyseki iki seçenekte verecektim canımı nezlinde.

Fakat kendimle büyük bir savaşın ortasında olduğumu bilen Tanrı tekrar aydınlattı durgun gökyüzünü, bir bir izletti feda ettiklerimizi, ölüp ölüp, can veremediğimi. Siyah sularının görmesinden korktuğumu anladı zannımca, avuçlarımı parçalayan ağıtlarımı, bir mezarlığın ardında iri bedenini gördüğüm an öldüğümü zira kaldırmadı gül kurularını omuzlarımdan, siyah sularını daldırmadı kahvelerime de kendimi örtmeme sessiz kaldı dakikalarca. Koca bir iç çektim sineme.

Sevgiden ölür müydü insan? Mümkünatı, bir oluru var mıydı bunun?

Tanrım şahit öldüm sevdamdan ben. Verdim bir avuç leşimi topraklarına da adadım aldığım her nefesi kasabasına. Ben aciz bir ölümlüyüm yalnızca biliyorum lakin leşim olmuşken sana feda Savaş, nasıl olurda kutsal bir varlıktan farklı kılınırım ben?

Defalarca öldüm ben, bir mezarlıkta kelimeleri düşman bilen ruhsuz adamım ölmemem adına sarf ediyor her kelimeyi. Defalarca öldüm ben, çürük omuzlarım iyileşsin diye defalarca bırakıyor gül kurularını tenime. Defalarca öldüm ben, ölümüne şahit olacak kanlı toprağın huzurunda, defalarca öldüm ben.

Ve o kanlı topak benim dizlerimde derman bırakmadı.

Tanrım, ne büyük bir acı bu. Közden bir yolda dizlerim üzerine çöküp, sana kan revan yalvarmak gibiydi bu çaresiz vakit.

Ne vakit toparlandık, toparlandık mı, uzayıp duran yollar tükenirken neler düşündük yeni kavrıyorum. Bütün yolculuk boyunca iri bedenine sarılı kollarım ve şakağına yaslı dudaklarımı. Üşüyen bedenimi usulca kucağından yere indirdiğini, çamurla kaplı elbisemi dikkatlice çıkardığını, bedenimi usulca yıkarken tepemizden akan suyun iri bedeninide yıkadığını, gördüğüm her anı zihnimden silmek ister gibi saç diplerimi okşadığını ve benim yalnızca çehresini göğsümü yakan iç çekişlerle izlediğimi.

Ne yapacağım, nasıl başa çıkacağım
bir mezarlıkta bulduğum iri bedenin ağırlığıdan, nasıl taşıyacağım küçük, çürümüş omuzlarımla bilmiyorum. Zira ölüm bile almaz benden bu yükün ızdırabını ve ben küçücük kaldım yabancısı olduğum topraklarda.

" Bu sefer beni yakmanı istiyorum." Merdivenleri bitiren iri bedeni duraksadı bir an. Salonun ortasında benden bir kaç adım uzakta. Çatık kaşları çatıldı mümkünmüş gibi.

" Bu sefer aleve verdiğin beden ben olayım Savaş- öyle bakma. " Salonda ne zaman yaktığını bilmediğim şöminenin bize eşlik eden gıcırtısını dinledim bir vakit, bakışlarımı çektim simsiyah sularından ve dakikalar evvel izlediğim gibi izledim ateşi.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Feb 04 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

KARANLIK TUTKUNUN HAKİMİYETİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin