20. UMUT MATEMİ

1.2K 167 596
                                    

" Sözler yıkık! kelimeler ceset! şiirler kifayetsiz çünkü terkedilmiş dudaklarımda vedanın soğuk hüznü!"

🔥🔥🔥

Biçilen yaşamların isyanlarıyla kurulan ipin uçları hayallere düğümlenirken uçurumdan sarkan bedenlerin çığlıkları boşluğa savruluyordu. Yokluğun serzenişleri rüzgarın uğultusuna eşlik ederek bilinmez bir diyarın bilinmez zihinlerine ulaştırıyordu ama
ne hayaller bir bedeni taşıyabilecek gücü bulabiliyordu ne de beden cambazlık yapabilecek cesareti. Yine bir kaybediş, yine bir yoklukla sınanıyordu zihin.

Tek bir nefes için çırpınan ciğerlerimle dudaklarım kesik bir soluk aldı. Yakıcı yaşlarım bir öncekinin izini sürerek yanaklarımdan süzülüyor, soğuk zeminle buluşuyordu. Belki dakikalar belki de saaatlerdir isyan ediyorlardı karşımdaki bedenin sessizliğine.

Zaman kavramı anlamını yitireli çok olmuştu bağlandığım sandalyede. Tek bir saniye bile kırpmadığım gözlerim usulca geziyordu yaralarında. Yağız'ın bayılmasından sonra gözlerimizi bağlayarak bulunduğumuz depo gibi duran yeri değiştirmişlerdi ondan sonra ne bir gelen vardı ne de giden.
Neyin bedelini ödediğimizi dahi bilmeden bu dört duvar arasına geçen zamanın bilinmezliği vardı soğuk havada.

Hava soğuktu değil mi? Zemin soğuk, duvarlar soğuktu. Peki bedenim neden hissizlikle çarpışıyordu? Mesela neden soğuktan titremiyordu çenem? Ya da buz kesmiyordu ellerim? Araladığım dudaklarımdan dökülen hıçkırıkla dişlerimi birbirine geçirdim.

Acının kopardığı fırtınanın en ufak bir belirtisiydi bu aslında ama engellemem gerekiyordu. Karşımdaki yaralı bedenin yaşam belirtisi olarak sadece aldığı kısık nefeslerin varlığına tutunmuştu kalbim. Aldığı kesik solukların seslerine muhtaçken ruhum, hıçkırıklarımı bastırarak durdurmaya çalışıyordum.

Islak kirpiklerimin azat etiği bir damla daha çarptı zemine tıpkı Yağız'ın baygın bedeninden süzülen kızıl kan gibi.

Sızlayan gözlerim kirpiklerim tarafından hapsedilirken acıyla yutkundum. Hiç acımadan zemini Yağız'ın kanıyla boyamışlardı. O kadar kötü bir haldeydi ki kötü düşünceler sarmıştı bedenimi.

Bir kefaret atılmıştı ortaya ve herkes kendi payına düşeni almanın peşindeydi. Herkes elinden gelen en büyük darbeyi savuruyordu rakibine.
Herşeyden bağımsız küçücük bir bebeğin ne tür bir suçu olabilirdi ki yaşanmışlıklarla?

Öyle bir kurulmuştu ki masalar, gelen her kart yenilginin gösterisi gibiydi. Geçmişin kirli ağına yakalanan ruhların çöküşü an meselesiydi artık.

Peki bizim kefaretimizi kim ödeyecekti?
Her gece Çisem'in kabuslarına sebep olan geçmişin kefaretini kim ödeyecekti?! Asla yakışmayan her ithamda parçalara ayrılmış narin kalbinin bedelini kim verecekti?! Şuan karşımda can çekişen bedenin kefaretini kim üstlenecekti!

Kapalı gözlerimden bile akmaya devam eden yaşlarla hıçkırırken bir kez daha nefret ettim geçmişten. Neden peşimizi bırakmıyordu ki?

" P- pandam..." Bir inleyiş gibi çıkan sesle kirpiklerim ayrılırken karşımda boylu boyunca yere uzanan yaralı bedene baktım.

" Ca- canın mı ya- yanıyor pandam? O itler ç- çok mu sert b- bağladılar ipi? Bi- bileklerin a -acıdığı için mi ağlıyorsun?" Kafasından damlayan kan nefesimi keserken açmakta zorlandığı ela gözlerini aralamaya çalışarak doğrulmaya kalkıştı ancak bedenindeki yaralar yüzünden hareket etmekte zorlanıyordu. Yüzü acıyla buruşurken, gözlerini sıkıca yumdu.

"Özür dil- dilerim pandam g- gelip ipleri çözmeyi ç- çok isterdim ama gö- gözlerimi açamıyorum..." Çektiği acının miktarı sesini kısmıştı. O kadar ağır yaralarla bu kadar büyük bir acı çekerken hala benim bileğimdeki ipi düşünüyordu.

KARANLIK TUTKUNUN HAKİMİYETİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin