“Kahvaltı yaptın mı sen? Kesin yapmadın. Senin hazırladıklarından getirdim biraz, onları ye.”
Hyuni bileğimden tutmuş beni çekiştirirken peşinden pıtı pıtı yürüyordum. İnkar etmeyecektim, açtım baya.
“Bugün niye böyle yapıp gittiğini de anlatacaksın bana küçük hanım. Kız değilim diye anlatmak istemezsen Hyejin’i çağırayım ona anlat, hm?”
“Bi’ sıkıntı yok ki, neyi anlatayım sana?” Yani cidden sıkıntı yoktu. Sadece habere biraz kırılmıştım, bu kadardı.
“Sana sıkıntını anlat dememiştim ama kendi ağzınla dedin. Var bir şeyler, ben anlarım.”
Hyuni beni markete soktuğunda ona tekrar yok diye konuşacaktım ki bakışlarındaki kararlılıkla sustum. Belki de cidden vardı ama ben yok diye geçiştiriyordum içimde, yine.
“İçecek bir şeyimiz yok. Çayını getirmeyi unuttum da.” Hyuni mahçupca ensesini kaşırken omzumu silktim.
“Her gün çay içecek halim yok ya. Hadi çilekli süt alalım, ne zamandır içmiyorum. Sana da alalım beraber içeriz.”
Hyuni'yi hiçbir şey olmamış gibi kolundan çekiştirip dolapların önüne getirdim. Aradığım sütleri bulunca aldığım birkaç kutu sütü Hyuni’nin kollarına tutuşturup tereklerin arasına geçtim. Evden gelenlerle kahvaltımı yapabilirdim ama şu sıralar canım aşırı derece abur cubur istiyordu.
Favorim olan birkaç çikolata ve başka atıştırmalıklarla kasaya geçip beklemeye başladık. “Yani bu kadar almamıza gerek var mıydı diye sorası geliyor insanın.”
“Şşt, var. Sen bilmiyorsun. Sonra iyi ki almışız Nur diyeceksin bana.”
“Sen öyle diyorsan.”
Kasadaki kız ücreti söylediğinde aramızda kısa süreli bir ben ödeyeceğim kavgası çıksa da bu sefer de kazanamayıp Hyuni’nin ödemesine göz yummuştum. Neyse ben evde kek yaparım ona.
Tek poşete doldurduğumuz ürünleri yine Hyuni aldığında çantamdaki anahtarı çıkartıp kapıyı açtım ve beraber içeri geçtik. Işıkları tekrar yakıp kabanımı çıkartırken Hyuni de poşeti arkaya bırakmış, benim ardımdan kabanını askılara asmıştı.
“Oppa, şimdi sen gidiyorsun bize müzik açıyorsun ve ben de bunları sehpanın oraya getiriyorum. Güzel müzikler aç lütfen!”
Onu arkadan postaladıktan sonra poşetten içeceklerin birazını küçük buzdolabına dizdim. Plastik kaplara konulmuş kahvaltılıkları da üst üste dizip koluma sıkıştırdım. Poşetin içinden çıkan çubukları da alıp tezgahtaki içecekleri alıp girişe geçtim. Bu sırada Hyuni eski ama sevdiğim şarkılardan birini açmış oturuyordu.
“Kalbini özgür kılar, cider! Susuzluğunu giderir, cider! Piknik için kimbap ve cider!”
Kolumdakileri düşürmemeye çalışıp bir yandan da şarkıya eşlik ederek girişe geldiğimde Hyuni telefona bakıyordu. Şarkıya biraz daha eşlik ettiğimde sonunda başını kaldırdı ve kendi de eşlik etmeye başladı.
İkimiz bir elimizde çubuklar ile tüm şarkıyı söyledikten sonra yorgunlukla koltuğa oturduk. Kahvaltı yapmayıp üstüne iki kahve ve yorucu hareketler yapınca midem biraz ayağa gelse de oturmak anında iyi gelmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
first and last tear | bang chan
Fanfictiongerçekten intihara meğilli miydim, yoksa sadece bunun arkasına saklanan ve mutlu olmayı isteyen biri mi? "Gittin, bulamadım seni bir daha. Neredesin? Nerdeyim? Neredeyiz? Seni bulmak için buraya geldim. Buluşabilecek miyiz bir daha? Söyle bana benim...