SÜT

48 6 1
                                    

MEDYA: ZEHRA

ATHENA - BEN BÖYLEYİM 

                                                                           ***

     Yaklaşık yarım saattir burada sahilde oturuyorduk. Ne sınav düşünecek kafa kalmıştı bende ne de devamsızlık. Sadece susuyorduk. Susup dalgaları izliyorduk. Haziran'ın başında olmamıza rağmen dalgalar sahili dövüyordu. İçimizdeki öfkenin yansımasıydı sanırım bir nevi. Hayır ben sinirlendim çünkü gidip Mert'in gözünü şişirdin. Sen ne diye sinirleniyorsun be armut kafalı? Bende salağım tabi niye öpüyorum? Ama yani napabilirim ki bende şimdi? Sicilime işlemiş 2 tane uzaklaştırma cezası var zaten. Birde böyle bir olayın olması demek sevgili müdürümüzün götüme tekmeyi vurması demektir. Gerçi babam duyarsa daha fena sikilirim ama depresyondayım uzak dur benden bakışı atıp onu yatıştırabileceğimi düşünüyorum.

"Ne haddine senin yani? Niye yüzünü dağıttın ki çocuğun? Kimsin ki sen?!" diye çıkıştım bir anda. İçinde volkanların patladığını az çok tahmin edebiliyordum ama dışarıdan oldukça sakin görünüyordu. Cool tavırlarını yerim. Ne diyorsun kızım iç ses sen? Geri dur sinirlisin! Sinirli olmasan da yani oldu mu bu?

Yavaşça kafasını bana çevirdi. Gözlerinin alev alev olduğunu o an fark ettim. Ama neden? Kısık bir sesle "Niye öptü o yavşak seni?" dedi. Ağzından çıkanlarla ses tonu çok alakasızdı. Bunu çok yumuşak bir sesle söylemişti. Söylediği şeyi görmezden gelip kafamı denize çevirdim. Neden merak ediyordu? Hayır hayır hepiniz çünkü seviyor diyorsunuz ama öyle değil. Ben buna inanır mıyım? Beni bu şekilde etkileyebilir mi gerçekten? Mert'i kafamdan attı tamam eyvallah ama bunu bu şekilde yapması kabul edilebilir bir şey değil. Tamam ya kabul edilebilir bir şey. Yine de bir yabancının buna hakkı var mı? Yok.

Ben cevap vermeyince daha çok sinirlendi sanırım dişlerinin arasından ama yine kısık bir tonla "Cevap ver!" diye emretti. Az önce ondaki rahatlıkla kafamı çevirdim. Gözlerim onunkiler gibi alev alıyor muydu bilmiyorum ama sinirliydim işte. Kafamı çevirdiğimde yüzündeki sinirin dağıldığını gördüm. Kahkaha atmaya başladı. Neden gülüyor lan bu? Anlamayan gözlerle ona bakmaya başlayınca "yada sorumu değiştiriyorum." Dedi elini hafif bana uzatarak. "Sen neden öptün beni." Sıçar mısın ağlar mısın arkadaş? Sorusu karşısında ben beynimden vurulmuşa döndüm tabi ve fark etmeden çenem düştü. "Ne öpcem lan seni? Az kalsın boğuyordun çocuğu. Ben Mert'i korumak için yaptım onu." Sözlerimi bitirdikten sonra tek kaşımı kaldırıp sana meydan okuyorum armut kafalı adlı bakışımı attım. Elini topuzumun arasından çıkışmış saçlara götürdü ve hafifçe yanağımı okşadı. Rahatsız olup kafamı biraz geri çektim. "Saf bir adam gibi mi duruyorum ordan? O kavga arasında anlayamamışsındır bir şey hadi tekrar öp istersen." Deyip dudağını uzattı. Ov may gat. Zehra siker. Tam ağzımı açıp bir şey söyleyecektim ki yanağımdan bir makas alıp ayağa kalktı. O ayağa kalkınca "Kimsin sen?" diyebildim sadece. Kafasını hafifçe çevirip "Armut kafalı." Dedi ve ellerini pantolonunun cebine koyup yürümeye başladı. Bende ayağa kalkıp onun gibi ellerim cebimde arkasından yürümeye başladım. "Ne istiyorsun benden?" dedim ona ulaşması için sesimi biraz yükselterek. Cevap vermez zannediyordum ama verdi. "Dertlerini." Dedi benimle aynı ses tonuyla. Az öncekinden kısık bir sesle "Ne yapacaksın ki onları? Hem çok onlar." Dedim. Aramızdaki mesafeyi korumaya özen gösteriyordum. Lafımı bitirir bitirmez cevap verdi. "Çok oldukları için istiyorum zaten." Dedi adımlarını biraz yavaşlatırken. Yavaşlamasını istemiyordum. Yan yana yürümek istemiyordum. Bir insanla yan yana yürümek sırtıma yeni sorumluluklar yüklemek demek. Lütfen yavaşlama. Onun adımlarına karşın bende adımlarımı biraz küçülttüm. "Koruyucu bir melek olmak için fazla irisin sen. Hem kanatlarında yok." Söylediğim şeye güldüğünü hissediyordum. "Melek değilim zaten ben. Benim ki tam tersi bir şey. Dertlerini seni rahatlatmak için değil yeni dertlere yer açmak için istiyorum kusursuz." Dedi. Nasıl yani? Ne demek ki bu? Telaşla adımlarımı hızlandırdım. "Hey hey bak ben yeni şeyler istemiyorum eğer yardımın dokunacaksa bana öpebilirim. Sabahki gibi. Amaa-." "Öpücüğün beni kurbağaya çevirmeyecek yada kafamdaki şeyleri yakıp yok etmeyecek. Ama çok istiyorsan gerçekten öpebilirsin." Yüzümü kırıştırıp "Çok biliyorsun sen." Deyip omzuna yumruk attım. Yamuk ağız gülüp "İçimi sıktın." Dedi ve arkama geçti. Ne yaptığını görebilmek için bende döndüm. "Kusursuz ve gerizekalı. İkiside senin içinde mi bunların?" dedi. "Ne diyorsun be sen? Ne yapıyorsun arkamda diye baktım." Bunları söylerken kuyruğunu kovalayan kedi gibi birbirimizi kovalıyorduk. "Ya tamam dur. Çantanın ön gözünde kulaklıkların vardır diye düşünmüştüm onu almaya çalışıyordum." Dedi. O öyle söyleyince bende durdum ve çantamı açmasına izin verdim. Çantamı kurcalarken "Süt mü aldın bana." Dedi ve çantamın hafiflediğini hissettim. Yanıma geldiğinde elinde iki tane süt vardı. Birini bana uzattı. "Büşra'nın." Dedim. Pipetin paketini açmaya çalışırken. "Her gün Büşra'yla birlikte içiyoruz biz süt." Dedim. Cevap vermedi söylediğim şeye ve sütünü içmeye başladı. Bir düre sonra ben sıkılınca sütümü höpürdetmeye başladım. O da bana eşlik etti. Olmuş bu çocuk olmuş. Tuttum seni armut kafa.

Cebimden telefonumu çıkarttım. Enes kulaklığımı atkı gibi boynuna dolamıştı. Kaç kişi var bu çocuğun içinde. Şapşal, asi, duygusal, tehlikeli? Daha neler var Enes senin içinde? Tuş kilidimi açar açmaz şok olmam gereken bir durum olduğunu gördüm. Fakat pek önemsemedim. Her zaman ki Büşra. Fineas kişisini arama tuşuna tıklayıp telefonumu kulağıma götürdüm. Üçüncü çalışta açtı. O daha bir şey söyleyemeden ben "İyiyim." Dedim. Böyle bir şey söylememe şaşırmış olacak ki Enes kafasını bana çevirdi. Telefonla konuştuğumu görünce gözlerini üzerime sabitledi beyefendi. "Ne demek iyiyim? Neredesin? Bir şey yaptı mı o manyak sana?" dedi Büşra. Ben o arada sütümü höpürdetiyordum. "Süt mü içiyorsun sen? İyisin maşallah." Dedi Büşra rahatlamış bir ses tonuyla. "Bende öyle söyledim zaten iyiyim merak etme. Benden sonra bir şey olmadı değil mi okulda? Kötü bir şey olmadı de bana nolur?" dedim yalvaran bir ses tonuyla. Enes lafa atladı. "Olmaz merak etme." Dedi benimkinin aksine rahat bir ses tonuyla. "Neden sen müdürün babasının oğlu musun?" dedim. Kulağıma bir yandan Büşra'nın sesi geliyordu. "Yok lan ne müdürün babasının oğlu?" O arada Enes girdi lafa. "Hayır ama ne yapabilirler ki? O çocuğu sen değil ben dövdüm. Ayrıca okulda öpüşmek yasak diye bir kural mı var? Sıkıyorsa gitsin polise ihbar etsin beni şerefsiz." Enes bunları söylerken Büşrada bir yandan okulu anlatıyordu. "Yok yani bişey olmadı okulda. Mert senin suçlu olmadığını filan söyledi..." Büşra bir şeyler anlatmaya devam ediyordu ki Enes şarkı söylemeye başladı. "Laaan! Bi susun. Anlamıyorum. Yetişemiyorum ne söylediğinize." Diye bağırdım. Enes böyle bir tepki beklemiyordu sanırım sustu birkaç saniye sonrada şarkıya devam etti. "Kötü bir şey olmadıysa sonra konuşuruz Büş. Söz anlatıcam. İyiyim hadi görüşürüz." Deyip onun cevap vermesini beklemeden telefonu kapattım. Bir süre Enes'e ne şekilde kızsam diye düşündüm ama sonra vazgeçip ona eşlik etmeye aşladım.

Hayat bu kadar mı?
Bence değil
Bir kaç sözüm var
Biraz senin gibi
Yıkılmayan duvarları var
Bazen esintili
Bazen uzak yakınlarım var
Ben ben böyleyim kendi yolumda

Bırak tutma beni
Kaybetsem de üzülmem asla
Ne boş kaygıların
Korkma bana hiç bir şey olmaz
Yanlış doğru gibi
Eksik kalan bir kaç satırsa
Ve ben ben böyleyim
Kendi yolumda

Hayatta benim
Her anımı yaşadıkça sevesim var
Aldırmam hiç yağmurlara
Benim güzel hatalarım var
Bir an bile vazgeçmedim
Kendi yolumdan

Değer saklanma hiç geçer zaman
Böylede geçer ya sev ister vazgeç
Beklentiler sadece üzer
Ayrı dünyalarda farklı farklı kafalarda
Ve ben ben böyleyim
Kendi yolumda

Hayatta benim her
Anımı yaşadıkça sevesim var
Aldırmam hiç yağmurlara
Benim güzel hatalarım var
Biran bile vazgeçmedim
Kendi yolumdan

Şarkı bitip kendimize geldiğimizde sahilin ortasında öylece durduğumuzu ve etrafımızda bir sürü insanın olduğunu fark ettik. Birbirimizin yüzüne bakıp kocaman bir kahkaha attık ve ayna anda koşmaya başladık. Kalabalığın arasından daha sakin bir yere geçtik.

Cebime koyduğum telefonumu çıkarıp saate baktım. "Gidiyorum ben." Dedim düz bir sesle. "Nereye?" diye cevap verdi elleri dizlerinde soluklarınken. "Eve lan saat kaç olmuş baksana?" dedim bakılacak bir şey olmamasına rağmen. Telefonumu tekrar cebime koymuştum çünkü. Doğrulup aramızdaki mesafeyi kapattı. "Bak yanlış anlama ama ben bir şeyleri yarım bırakmayı sevmem. Bunu başka yerlere çekmeni de istemiyorum. Sadece yarım kalmasını istemediğim için yapıyorum bunu." Kafamı neyi manasında salladım ve ardından dudaklarıma dudaklarıyla baskı yapması bir oldu.

ARMUTHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin