5. Sorgu Odası

88 3 1
                                    

Evett, yeni bir bölümle karşınızdayım. Sözü uzatmayacağım. Umarım beğenirsiniz. İmla hataları olursa kusura bakmayın.

İyi okumalar dilerim...

<•><•><•>

Tuğrul eve geldiğinde saat dokuza geliyordu. Sarıyer'den kendi evine gelmek akşam trafiğinde zor olmuştu. Yorgunca koltuğa oturdu. Berbat bir gün geçirmişti. Sabah Erdinç'i yıkamaya gitmişti erkenden. Sonra gelen taziyeleri almıştı. Çok fazla kişi vardı cenazede. O da gelmişti.

Geleceğini biliyordu zaten. O çağırmıştı onu. Bütün o kalabalığın içinde gözleri o kadına dokunduğunda kadının her detayı netleşmişti. Gökhan'ın tam yanımda duruyordu. Gözleri yorgundu. Ama daha iyi görünüyordu. Bakışlarındaki şaşkınlığı aradaki o kadar mesafeden bile görmüştü. Erdinç'in onun kardeşi olduğunu öğrenmişti büyük ihtimalle çünkü sonrasında açık kahvelerine bir hüzün oturmuştu.

Sonra tam karşısına gelmişti. Omuzları geride başı dikti ama görmüştü Tuğrul. Kendisini suçluyordu. İçi içini yiyordu. Öyle ki ona bakamıyordu bile, zar zor değiyordu gözleri gözlerine. Oysa ikisi de yaralıydı.

Tuğrul da ona baş sağlığı dilediğinde kadının gözlerinde beliren şaşkınlığı net okumuştu. Beklemiyordu belli ki. Hatta suçlamasın kendini diye gerçeği de söylemişti ona. Herkesin onunla beraber acı çekmesine gerek yoktu. O tek başına yaşardı kardeşinin acısıyla.

Cenaze boyunca suçluluk duygusuyla kaçırdığı gözlerini üzerinde hissetmişti. Gerçeği duymak yetmiyordu bazen. Ne dese de kendini suçlamaya devam edecekti, biliyordu.

'İnsanlar bazen en sevdiklerini korumak için en çok onlardan sırlarını saklarlar.' Demişti kadın. Günler sonra ilk defa kalbinin üstüne çöken ağırlık azalmıştı. Öyleydi gerçekten. O da hep kardeşinden sırlarını saklamaz mıydı? Üzer onu diye kendiyle örterdi onu. Onun canı yanmasın diye kendi canının yanmasına razı gelirdi.

Kızarmış, ağlamaktan şişmiş açık kahvelerinde gezdirmişti bakışlarını. Sonra kızaran burnuna çevirmişti, renksiz yanaklarına oradan da en son şişmiş dudaklarına bakmıştı.

Kadının gözlerinin derinlerinde sırları vardı. Omuzları çökmüştü gerçeği ağırlığıyla. Ona baktığında görebiliyordu. 'Sen öyle mi yapıyorsun?'diye sorduğunda geçiştirerek uzaklaşmıştı. Kaçıyordu ondan. Aralarına mesafe koyuyordu. Fark etse de sessiz kaldı. Saygı duyacaktı bu kararına.

Arabadan indiklerinde önünde yürümesine izin verdi. Adımlarının gerisindeydi. Yanına gitmeye çalışmadı. Dalgınlaşmıştı günün yorgunluğuyla da. Pek kendinde değildi bu aralar zaten. Düzelmiş gibi görünüyordu. Fakat değildi işte. Sabah duştan sonra tıraş olurken kesmişti kendini. Normalde dikkatliydi. Pek kesmezdi kendini. Bugünse üç kez kanatmıştı yanağını.

Taşlarla kaplı kaldırımda ağır ağır yürüdü. Bir minik taşı yuvarladı. Biri sakız atmıştı yere. Sinir oldu buna da. Sonra kadının sesini duymuştu. Kafasını kaldırıp o yöne baktığında bu kez öfkeyle çarpılmış suratını görmüştü kadının. Kaza yapmış iki aracın önünde iki adamla konuşuyordu. Adamlardan bir beyaz gömleğini bağrına kadar açmış elinde tuttuğu tespihle gevşek gevşek onunla tartışıyordu belli ki. Arkasındaki adam kelleşmiş saçları ve hafif kilosuyla ondan daha büyük duruyordu.

Bir an yanlarına gitmemeyi düşündü. Onları geçip ilerideki arabasına bindikten sonra eve gitmek daha kolaydı. Ancak adamın bakışlarındaki ifade adımlarını olduğu yere çiviledi. Kadının üzerine iki adım attığında kadının da aynı anda geri çekildiğini görmüştü. Rahatsız olduğu her halinden belliydi. Kaşları çatıldı, yine migreni oturdu tam alnının ortasına. Sürekli beliriyordu bu ara zaten. Kafasını kopartıp atası geliyordu artık.

YARGI SARMALIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin