Mahremiyet, insanların özel hayatlarının kendileri ait olması ve gizliliğine saygı duyulmasıdır. Ancak benim için mahremiyet neredeyse hiç olmayan bir olguydu. Ruhlarla temasım başladıktan sonra mahremiyet benim için lüks olmaya başlamıştı. Uykularımda , banyoda hatta ve hatta tuvalette bile beni bırakmayan ruhlardan korunmayı öğrenene kadar mahremiyetim diye bir şey olmamıştı. Ama bu gün yaşadıklarımdan sonra bir insanın varlığının bana mahremiyet kazandıracağını bilmek garip hissettiriyordu hem de bu kişinin bana ve durumuma saygı duymayan biri olması da ayrı bir konuydu.
Toplantı salonundan hızla çıkan adamla birlikte kafamı kurcalayan onlarca soruyu alıp günlerdir doğru düzgün uyuyamamamın etkisiyle kendimi eve atmış ve kısa bir duşun ardından hazırlığımı yapıp uykuya kendimi bırakmıştım. Evet o küçük kız için endişeleniyordum ama ben görevimi yapıp kurtulması için gereken her şeyi babasına rağmen yapmıştım. Bu süre içinde Şehzade bir kere bile karşıma çıkmamış ve bana dinlenmem için zaman tanımıştı. Gözlerimi kapatırken yorgun geçirdiğim bu gün içinde aklımda ve kalbimde kazılı tek ana odaklanarak kendimi uykunun kollarına bıraktım.
.........
" Gözlerimi yavaş yavaş açarken kulaklarıma dolan ve bir ninniyi anımsatan kuş cıvıltıları ile mesaimin bitmediği düşüncesi derin bir nefes almama neden olmuştu. Rüyalar bir ruh gören ile kurulabilecek en kolay iletişim yoluydu. Olduğum yerden sakince kalkıp etrafa baktım. Dev gibi bir ağacın altında, ufak bir tepenin üzerinde , karşımda bir nehir ile bölünmüş yemyeşil bir vadiye bakıyordum. İçimden :
-- Keşke her ruh bana bununla gelse. diye geçirip yerimde doğruldum. Sakin adımlarla tepenin kenarına geldiğimde arkamdan gelen ses ile geriye döndüğümde neredeyse 2 metre boyunda göçebe kılıklı bir adam görmeyi planlamıyordum.
--- Günün aydın olsun ruh gören, gelişin gidişin sefalı olsun, diyen adama bir baş selamı verdiğimde gülümsedi. Başı ile gel işareti yapınca tekrardan derin bir iç çekip peşine takıldım. Ağacın arkasına yönelen adamla birlikte giderken tepeden aşağıya bir patikaya yöneldik. Yolculuğumuz kısa sürmüş birlikte bir çadırın başına gelmiştik. Çadır az önce gördüğüm vadiyi ayıran nehrin dibindeydi. Çadırın başına geldiğimizde eli ile nehrin kenarındaki bir ağaç kökünü gösterdiğinde sade bir tebessüm ile kütüğün üstüne oturdum.
-- Ruh gören , yol arkadaşına vuku olmuşsun anladığım kadarıyla.
-- Yol arkadaşı derken?
İri adam karşımızda ne zaman yandığını bilmediğim ateşi bir dal ile dürterken gülümsedi.
-- Sessizlik getiren.
Bahsettiği kişi Yaser beyden başkası değildi ama onunda bildiğinden emin olduğum şeyi dillendirmeden edemedim.
--- O bir inanan değil.
--- Emin misin? Bazen inananlar gözümüzün önünde olsalar da göremeyiz. Ya da inanması için bir kılavuza ihtiyaçları vardır. O sana biçilirken sen de ona yazıldın, birbirinizin eksiklerine kılavuzluk etmek için.
Derin bir nefes çekip rüyalarımda bile olsa şehrin karmaşasından uzak bu sakin yeşilin huzurunu içime çektim. Gözlerim nehre dalmışken önüne uzanan fincan ile bakışlarım yanımda duran iri adama döndü.
--- Tadını çıkar , zira birazdan kapına gelen adamın sana ve inanmasa da bazı cevaplara ihtiyacı var. Açıkçası anlamadığı ve kabul etmedikleri yüzünden içini dolduran öfkeyle savaşmak ne yazık ki sana kaldı ruh-u revan.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
RUH-U REVAN
FantasyO ne bir şaman ne de bir büyücü. O bu dünyadan gidemeyen ruhlara kılavuzluk eden bir ruh gören. Yaman Kırcı İstanbul üniversitesinde Türk tarihi dersi veren bir doçent olsa da asıl görevi gidemeyen ruhlara yardımcı olmak. Yakup Yaser Tezman, Yahudi...