5. Bölüm - Derdimin Devası

124 11 0
                                    




İletirim mi demişti bu adam? Ağzından çıkan kelimeyi sorguladım birkaç saniye. İleteceği biri varsa, söylediğimi reddetmediyse, eğer ciddiyse yelkenlerimi suya indirmekten başka çarem kalmayacaktı. Onun için boşa kürek çekmeye bile vardım ama eğer hayatında biri varsa... Bu yaptığım hayatındaki kadına ayıp olurdu, o kadar da seviyesiz değildim. Bu dediğimi İstanbul ortamında kimse umursamazdı ve devam ederdi ama ben öyle biri olmadığımı yıllar önceden fark etmiştim, sevgilisi varsa bugünkü geçirdiğim süreyi bile azaltacaktım. Ağzımı kapalı tutmaya karar verdim, halden çıktıktan sonra onun adımlarını takip ederken. Yanımda paralel yürüyen Doruk bir anda durdu ve konuştu bana doğru. "Yoruldum, biraz da sen taşısana." Ve cevap vermemi bile beklemeden beyaz köpük kutuyu kollarıma bıraktı. Ağırlığı karşısında dudağım uçuklayacaktı ki seslendim ona. "Yok artık bunu nasıl taşırım ben? Ucundan tutarsan anca..." Parmağıyla bir dakika derken cebinden telefonunu çıkarttı ve hızlıca kulağına götürdü.  Tonlaması bir anda değişmişti, moralimin bozulmasına engel olmaya çalışsam da hem kollarımın ağrısından hem de omuzlarımdaki hayal kırıklığının ezici yükünden yüz kaslarım da aşağı doğru düşmüştü. Mutsuzdum ve bunu gizleyemiyordum. Gözlerimi ona dikip beklediğimi görünce bir anda telefonunu cebine atıp gülmeye başladı, ondan hiç beklemediğim kocaman bir gülüştü bu yüzündeki. "Bu kadar kolay tongaya düştüğüne inanamıyorum Deva, sana hiç şaka yapılmadı mı? Hem ayrıca olamaz mı benim sevgilim, o kadar mı beceriksiz duruyorum uzaktan?" Yüzümdeki ifade normale dönecekti ki engelledim mimiklerimi, hatta aksine sinirli bir tonda ona yaklaşıp köpük kutuyu sertçe göğsüne çarptım. "Beni ne ilgilendirir senin hayatındaki kişi? Ben... Sadece... Karışık sinyaller vermene üzüldüm, kendimi kız arkadaşının yerine koydum da, yazık." Konuyu onun bana ilgili davranmış olmasına getirmeye çalıştım ama eğri oturup doğru konuşalım ki, iyi davranmak hoşlanmak sayılmazdı. Yine de ben öyle sanmış olabilirdim, daha doğrusu hayatta pek iyi insana denk gelmeyen biri olabilirdim. Onu balıklarla geride bıraktığımda alaycı bir kahkahayla yanıma geldi hızlı adımlarla, kelimeleri de bir o kadar hızlıydı. "Pardon? Karışık sinyaller? Ben, otele ve restorana önyargıların olmasın diye sana gösteriyorum sadece, Deva. Bu resmen iftira oldu... Ben hayatımdaki kadına böyle bir şey asla yapmam." Ne diyordu bu adam? Hani öyle biri yoktu? Ne saçmalıyordu? Saçlarımı savurarak yüzümü ona döndüğümde tekrardan aynı muzip sırıtış dudaklarındaydı. "Yine takıldın oltama... Sen her yakışıklıya karşı böyle misindir, Deva?"

Aynı alaycı kahkahayı ona fırlatırken restoranın arka kapısına dolanmıştık bile. Gülerek kapının kolunu kavradım ve bütün iğnelerimi batırdım ona. "Sana, o yakışıklılara davrandığım gibi davransam... Şu an dizlerinin üstündeydin ve bana evlenme teklifi ediyor olurdun." İçeri adımımı attığım gibi yemek kokuları yüzüme çarpmıştı ama son lafımı daha etmemiştim o yüzden hızımı kesmeden devam ettim. "Şu an ise elinde kaya levrekleriyle, yeni patronunun gözünü boyamaya çalışan klasik bir yakışıklısın, onu itiraf edeyim. Ama sadece... Bu kadar."

"Yeni patron?" Tok bir erkek sesi, tam olarak sol arkamdan yükseldiğinde birinin dediklerimi duymuş olma ihtimali beni çok ama çok utandırmıştı. Olduğum yerde elindeki balıklarla dikilen Doruk'a kilitledim bakışlarımı ve mimiklerle kim olduğunu sordum. O ise bağıra bağıra cevabını verdi, arkamdaki adama. "Şu an dizlerimin üstünde olmamın tek ihtimali bu balıkların yere düşmesi olurdu ki... Öyle olsa bile cebimden bir yüzük çıkartmazdım, çünkü... Oteli istemiyorum, restoranım bana yeter. Değil mi babuş?"

Gözlerimi yumdum utançla, arkamdaki adam dayısı olmalıydı... Belki de babasıydı, kim olduğunu anlamak için cevabını dinlemeliydim. "Deva Soysal?"

Bizzat bana seslenen adama doğru yüz seksen derece döndüğümde, beyaz kaşlarının altında pür dikkat bana bakan yeşil gözleriyle o yaşlı adamı gördüm. Kalıplı bedeni ve şef giysisiyle dayısı olduğunu anlamam zor olmamıştı ama beni ona iten şey, hatırladığım siması olmuştu. Bu otelin önünde çekilmiş olan, otellerin tam girişlerinde ve evimizin en nadide köşesinde konumlanmış olan, şu an karşımdaki beyaz saç sakallı adamın genç versiyonunun babamın gençliğine sarılırken ölümsüzleştirilmiş bir fotoğraf vardı. Babamın bıkmadan usanmadan anlattığı başlangıcının kanıtı, işte o fotoğraftı. Ve artık o fotoğraftan geriye hayatta olan insan, karşımdaki adamdı. Onu bilinçli bir şekilde tanımıyordum ama Hakim Bey'in her iki lafından birinde onu duymakla geçen yirmi yedi senede, aslında tanımaktan da öte, aileden biri bile diyebilirdim. Gözleri aynı parlaklıkta bakıyordu ama birkaç hüzün kırıntısı da kırışıklıklarının arasında gözlerime ilişiyordu., Aaynı bakışlarla baktığıma emin olduğum adam daha fazla beklemedi ve Doruk'un da dediği gibi, sımsıkı bir kucak açtı bana. İhtiyacım mı vardı tam bilemesem de kendimi teslim ettim bu, hem tanıdık hem de bir o kadar yabancı kucağa, sonrasında birkaç saniye içinde... İkimiz de ağlamaya başlamıştık. Benden yaklaşık on beş belki de yirmi santim uzun olan bu yaşlı adamın kollarının arasında, garip bir duygu patlaması içine girmiştim ve Doruk'a belli etmek istemesem de vicdanen bu zamana kadar bu ağlamayı yapmamamın cezasını şu an babamın dostunun kollarında patlayarak ödediğimi gayet iyi biliyordum. "Başımız sağ olsun." Sakinleşmek için konuşmayı denedim ama bu sarılmakta olduğum adamı daha da ağlattı. Acaba hep bu kadar duygusal biri miydi yoksa babama özel miydi diye düşünmeden edemedim. Göğüs kafesini şişiren birkaç soluk aldı ve sonunda sakinleşti, Doruk'un dayısı, babamın biricik dostu olan Yekta Aslan. Gözlerinin çevresi kızarmış ama yüzüne de bir gülücük ilişmişti. Benden ayrıldı ve ellerimi tuttu bu sıkıca. "Keşke Hakim bu tanışma anımızı görebilseydi. Ben seni tanıyordum ama daha doğru ifade etmek gerekirse, keşke sen büyüyüp yetişkin olduğunda tanışabilseydik. Deva, her şeye rağmen hoş geldin..."

NAR AĞACI (Nar Serisi Birinci Kitap)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin