Demir
"Yeliz, merak etme, bu içtiğin bira yeni çıkmış. En iyisi... Güvenmiyor musun sen bana?" Uzattığım bira görünümlü, asitli buğday içeceğine yüzünü ekşiterek baksa da sonunda eline almaya ikna edecek kadar süre geçmiş olacak ki homurdanarak kabul etti. Açıp yudumunu aldığı gibi göz devirse de alışkanlıklar hiç kolay aşılmıyordu. Öyle ki Yeliz Kayaeroğlu için aşmak gibi bir ihtimal, imkânsızdı. Yudumları arasında, manikürlü tırnağını bana doğrultarak öfkeyle konuştu. Başka biri bizi duysa tehdit edildiğimi düşünürdü ama ben alışmıştım. "Senin adın neydi? Fatih'in hangi arkadaşıysan ona söyle lütfen, beni dünyanın bir ucunda bu kadar yalnız bırakmanın hesabını verecek! Arasana onu, bence benim telefonlarımı bilerek açmıyor. Ara diyorum!" Kolundaki saate baktı, sanki hangi günde olduğunu hatırlayacak gibi düşünerek. "Kaç gündür seyahatte bu adam, delireceğim..." Yutkundum cümlelerimi toparlamaya çalışarak.
"Ben senin oğlun Demir'im. Yeliz, sen bir annesin. Babam... Seyahatte, benim de telefonlarımı açmıyor. Üzgünüm." Babamın seyahatte olduğu yoktu, dört ay önce ani bir kalp kriziyle hayatını kaybetmişti. Kalbi pek sağlıklı olmadığı için birkaç kere ameliyat olmuş ama ömrünü çok da uzatmaya yaramamıştı bu denemeler. Annem, ömrü boyunca içki içmiş, bunu da hiç kimseden saklamamıştı. O içtiği lanet yüzünden... Şu an bu haldeydi.
Bir parmak şaklatması, sonra bir tane daha, üçüncüsünde kendime geldim ve kucağıma bıraktığı içecek çöpünü gördüm. "Ben sana Demir demek istiyorum. Demir, annen gibi hissetmiyorum çünkü." Omuz silktim bu tepkisine, dört aydır alışmıştım, garipsemiyordum bile artık. Babamın ani gidişi sonrasında, annemin geçirdiği alkol kaynaklı bunama, Alzheimer bana çelik gibi sinirlere ihtiyacım olduğunu zor yoldan öğretmişti. "Ayrıca senin baban Fatih değil ki? Senin baban, Hakim. Onu da yanlış biliyorsun, belki de o yüzden açmıyordur senin telefonlarını da?" Annem, ojeli tırnaklarını kafasına götürdü ve saçlarının arasına daldırıp çekiştirdi birkaç tutamını. "Kesin bunu öğrendi ve o yüzden benim telefonlarımı cevaplamıyor... Bittim ben, bittim..." Oturduğu berjerden hızlıca kalkıp salonun içinde turlarken bağırmaya başladı. "Şişelerimi hangi paçoz kaldırdı? Ben onlara demedim mi viski şişemi koltuğumun yanından kaldırmayacaksınız diye? Nerede bu Allah'ın belaları!" Hatırladığı yöne, mutfağa doğru yürüdü. Çalışanlarımızdan birini bulup sinirini ondan çıkartmaktı nihai hedefi. Ama bunu asla gerçekleştiremeyecekti çünkü bu hastalık onu öyle birine çevirmişti ki, gizli kalan bütün kötü huyları canlanmış, çevresindeki herkese hayatı dar etmek için programlanmış bir robota dönmüştü. Öyle ki, bir dediği bir dediğini tutmuyor, onu bu hale getiren alkolden koparılmış hissettiği gibi gözü dönüyordu. Kafasında kalan eski döneme ait bilgiler dışında hiçbir şey hatırlamıyordu, beni doğurduğunu bile... Doktorun analizinden anladığımız kadarıyla, evlendikleri döneme çivilenmiş bir belleği vardı elimizde. O yüzden Fatih, evet onun kocasıydı ama gencecik haliyle. Babamın, eşinin dört ay önce vefat ettiği gerçeği ona söylendiğinde, bilincini kaybedecek kadar delirdiği bile oluyordu çünkü annem, hatırladığı eşini yeni evlendiği zamanlarda kaybediyor gibi hissediyordu. Zihni onun kulağına bunları fısıldıyordu. Elim enseme gitti ve evde kimsenin olmadığını söylemek için bir kurgu düşündüm. Bu sefer ne demeliydim? Onun hatırladığı bir hizmetçi adı düşünmeye çalıştım, bunu öğrenmiştim... "Nergis'i arıyorsan onun kızı evleniyor. O yüzden bu hafta için izin aldı, hatırlamıyor musun?"
Gözlerini devirdi birkaç kere ama artık konuşmama kulak verdiği için salonda volta atmayı bırakmıştı, spor ayakkabılarını yere vurdu ve o ritim eşliğinde konuştu benimle. "Demek ki o şıllık kızını evlendiriyor, nereden bulmuş bu ecnebilerin içinde Türkçe konuşan damat? Maşallah." Kollarını göğsünün önünde birleştirdiğinde, bileklerindeki takılar sallandı gürültüyle. Annemi süzdüm sanki onu yeni tanıyor gibi. Üstündeki mini kırmızı elbise, onun üstüne seçtiği siyah bir kot ceket ile yıllar önce kızıl renge boyattığı ama yeni kestirdiği küt model saçlarıyla genç kızlar gibi giyiniyordu. Bu da yeni alışkanlıklarından biri olmuştu. O dönemlerde de küt saçlı olduğunu düşünüyorduk doktoruyla çünkü bu modele dönmesinin sebebi, en son o halini hatırlaması olmalıydı. Elli yaşına yaklaştığı bu günlerde, agresif davranışlarıyla evden kaçırdığı yardımcılarımızın yerine, onunla ben ilgilenir olmuştum. Evin temizliği, düzenini sağlayacak yardımcının annemden gizli gelmesi ve şahsen birkaç saat bile olsa huzurla uyumak için vakit kazanma işini de düşük dozlarda sakinleştiriciler yardımıyla yapıyordum. Ne kadar acıydı bu hale gelmek! Onu süzdükçe bunu düşünmeden edemiyordum. Elimle yüzümü kapatıp yere çökmek, hıçkırarak ağlamak istiyordum ama yapamıyordum. Ben, dört aydır, pek bir şey yapamıyordum. Babamın bunca işin gücün içinde, annemi aile mesleğini devam ettirmek için büyük vaatlerle kandırmış ve dünyanın öbür ucuna getirmiş olması, daha sonrasında ise tek yetkili olarak onca işle uğraşırken annemi yalnızlığın içinde hapsetmesi miydi bütün bu alkol bağımlılığının nedenleri? Zamanında babam onunla yaşarken, annemin bu bağımlılığı hakkında konuşmuştuk ve alkole her zaman bir yakınlığı olduğunu söylemişti. Belki de gençlikten kalan bir alışkanlıktı. Nöroloji uzmanının da tahminleri bu yönde olmuştu. Küçük yaştan başlamış bir alışkanlık olmalıydı. Bu tarz bir tetikleyici ile ani bunama yaşanabilmesi için... "Bulmuştur, çok Türk var buralarda..."
"Anlatsana biraz. Ben pek dışarı çıkmıyorum konuştukları dili bilmeyince, çoğu kelimeyi biliyorum da... Şu biraz önce verdiğin biradan bir tane daha var mıydı?" Laf arasında konuyu yine alkole getirmeyi başarmıştı, tebrik ettim onu kendi içimden söylenerek mutfağa ilerlerken. "Getireyim, tabii." Mutfağa girince hemen solda kalan buzdolabının kapağını tuttuğum gibi büyük bir cam kırılma sesi duymamla tekrardan can havliyle salondaki annemin yanına koşmam bir olmuştu. Kırıklar salonun girişini kaplamıştı, buraya bilerek attığı belli olan dekor eşyaları, bir bir salonun girişindeki zemine fırlatılıyordu annem tarafından. Bana gelmesinden de çekiniyor gibi görünmüyordu. Ona gelecek, bir yerlerini incitecek diye korkuyordum ama bir yandan da camlardan, uçuşan yeni eşyalardan da kaçmaya çalışıyordum. Çığlıklar, cam kırılma sesleri, zeminde patlayarak evin her yerine saçılan parçalar... Çok büyük çığlıklar. "Geberteceğim ben kendimi! Nerede bu adam! Viski şişesini nereye kaldırdı o orospu Nergis! Bana arkadaş olsun diye getirdiği temizlikçinin, ailesinin evlilik ne haddine ama herkes mutlu olsun bir ben burada tıkılıp kalayım değil mi? Lanet girsin, bunu istiyor o adam! Ben içmek istiyorum, nefret ediyorum herkesten!"
Bir anda çöktüm yere. Fırlattığı bir şeyin gelmesinden ya da dizlerime batan camları umursamadan, kendimi yere bıraktım. Son bir patlama sesi hariç, sesler kesilene kadar gözlerimi kapatıp sadece her şeyin bitmesini bekledim. Dizlerim acıyordu, zonkluyordu ama tek duyduğum annem olan kadının konuşması oldu.
"Sen de mi beni beğeniyorsun, yoksa? Ciddiyim, Fatih öğrenirse senin ayağını kaydırır. O şefi de öyle işten çıkarttı. Bence sen de artık gelme buraya."
Gözlerimi açmak istemedim. Beni hatırlamayan ve benim annem olan kadının bunları söylediğine inanmak istemedim. Beynim, bunların hepsinin hastalık yüzünden olduğunu biliyordu ve sakin kalmaya çalışıyordu ama... Yediremiyordum, acıyordum hem ona hem de kendime. Doktorun dediği gibi tane tane konuşmayı denedim. Hem onu onaylamalı hem de bir ihtimal zaman çizgisi değişebilir diye oğlu olduğumu hatırlatmayı unutmadım. "Ben senin oğlunum Yeliz ama emin ol seni beğenirdim. Sen, beğenilecek birisin. Sakinleştiysen, biraz bahçeye çıkabilirsin. Ben camları temizleyip ikimize bira getireyim, olur mu?"
Omuz silkti bana bakarak, bacaklarıma batan camlardan haberi de ortalığı birbirine kattığını zerre önemsediği de yoktu. Onun için Avusturalya'nın en zengin yabancı asıllı ailelerinden olmak bile bu kocaman ultra lüks malikânede yaşamak da anlamsızlaşmıştı. O, tükeniyordu çünkü zihni gençliğine hapisti. Sinirini çıkartabileceği kişiler yanında değildi ve tek dostu olan alkolü, artık tüketemiyordu... "Bana biramı getirdikten sonra topla, Fatih gelmeden gitmeyi de unutma."
Fatih hiçbir zaman gelmeyecek, ben de senin oğlun olduğum için seni asla bırakmayacağım, demek istedim ama onun yerine birasını eline tutuşturup camları süpürmeye başladım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
NAR AĞACI (Nar Serisi Birinci Kitap)
Romansa"Tadım serüvenimiz sonlandığında size, 'Aradığınızı bulabildiniz mi?' diye soracağım. Tadım esnasında bu soruyu sık sık anımsamanızı isterim. Şimdiden afiyet olsun..." Ay tanrıçası Selene ve Endymion'un Milas'taki sakin Bafa Gölü'nde başlayan ilişki...