13. Bölüm - Ben Seni Özledim

87 10 1
                                    

Yataktan çıkmak istemediğim yedinci günü de devirmiştim. Ne Nar'da ne de otelin lobisinde vakit geçiriyor, sadece dışarı çıkıp içeri girerken otelin personellerine selam veriyor ve bu habitattan olduğunca uzak duruyordum. Bunu yapan neden Doruk değil de ben olmuştum? Çünkü onun ilgileneceği bir mutfağı, istediği takdirde muhatap olabileceği bir eski sevgilisi vardı. Benim ise arkadaştan öte bir denememden başka bir şeyim yoktu. Bu terazide onun otelde daha çok vakit geçirmesi gayet normaldi. Peki, ben neler mi yapıyordum? Otelden dışarı kaçtığım süreçte Motto'ya bağımlı hale gelmiştim, öyle ki sahibi Funda ile aramızda garip bir bağ oluşmuştu. Hem birbirimizi sürekli konuşturuyor hem de zarflıyorduk, yakın arkadaş olmanın ilk tohumlarını ekiyorduk da denebilirdi. Bilgisayarımın karşısında günlerdir bakmadığım e-postalarımı cevaplarken boş olan bardağıma filtre kahve dolduran Funda'yı fark ettiğimde yanımdaki sandalyeye vurdum elimle ona oturmasını ima ederek. "Filtre kahveyi nasıl içiyorsunuz, anlamıyorum... Kolayına geliyor, değil mi? Bana sütlü ya da kremalı bir şeyler lazım..." Onunla uğraşmak için dediğimi biliyordu, bir haftada her gün bana maruz kalarak çözmüştü beni. Posta kutumda gördüğüm Oya Soysal ve yanına eklenmiş finans yetkilimizin isminin üstünde iki gün önce atıldığını belirten mail bana önemli bir şey olabileceğini hissettirse de dedikodu isteğim ağır basmıştı ve bu yüzden Funda'ya döndüm merakla. "Bu sabah da geldi mi? Yanında avukat var mıydı? Varsa ne giymişti, Doruk ne giymişti?" Ardı ardına sıraladığım sorularımı parmaklarıyla saydı ve dört soruyu sırasıyla cevapladı, dedikoduyu en az benim kadar seven kafe sahibi yeni arkadaşım. "Öncelikle, artık geldi mi diye sormasana, Deva... Tabii ki de geldi, gelmediğinde bir sıkıntı vardır." Kahverengi buklelerini kulağının arkasına sıkıştırarak devam etti. "Avukat kahve almaya uğradı, ayaküstü konuştular ama ne olduğunu duyamadan gitti, hanımefendi de salına salına. Bugün de ayrı bir havalıydı, kız." O böyle dedikçe benim sinirlerim tepeme çıkıyordu, havalı denecek bir yanı yoktu ki kadının! Gözlerimi devirdim onun bu analizine ama kulak kabartmaya devam ettim, detayları anlatacağını biliyordum çünkü. "Koyu gri uzun bir elbise giymişti, dizine kadar yırtmacı vardı. Topuklularını da kırmızı seçmişti, rujuyla uyumlu olsun diye. Ojelerini de koyu yeşil bir tonla değiştirmişti, her gün oje mi sürüyor bu kadın? Nasıl vakit buluyor, ben bir haftadır aseton bile alamadım..." Funda'yı sevmiştim ama konuları uzattıkça uzatan bir muhabbet alışkanlığı vardı o yüzden odağını toplaması için onu konuya geri çekmem gerekiyordu. Parmağımı yüzünün önünde şaklattım birkaç kere. "Peki, Doruk nasıldı? Ruh hali, görünüşü, nasıl bir haldeydi?" Bu soruyu sormaktan hiç ama hiç sıkılmamıştım çünkü ondan köşe bucak kaçarken hem özlemiş hem de nefret dolmuştum, merak duygusu da cabasıydı. Yine her seferinde Funda'nın ağzından kötü olduğunu duymak isterken tek duyduğum her zamanki gibi olduğu oluyordu. Funda, olduğu yerde sanki bir şey görmüş gibi zıplayıp kolumu sıktığında, yüreğim ağzıma geldi ve gözlerimi ona diktim.

"Ben bunu nasıl söylemedim sana! Senin adının geçtiğini duydum, ne olduğunu anlamadım. Tam onlara yürüyordum ki kadın o sırada arkasını döndü gitti ama iki belki de üç kere Deva dediler, ciddiyim."

Gülsem mi ağlasam mı bilemediğimden omuz silktim, rol yaparak. "Aman, otelle alakalı konuşmuşlardır, başka ne diyebilirler?" Önümdeki posta kutuma dönerken gülüşüm yüzüme oturmuştu, beni konuşmuş olmaları niye bu kadar hoşuma gitmişti bilemiyordum ama aralarında bir muhabbet konusu olmak, hiçbir şeyden iyiydi sonuçta. Postanın içeriğini inceleyerek kafamı dağıtmak istedim ve okuduklarımın şokuyla yudumladığım filtreyi bilgisayarın ekranına püskürttüm. Annem resmi bir maille benim yanıma iş seyahati yapacağını mı yazmıştı? Bu kadının telefon etme gibi bir yetisi yok muydu? Ona kızamıyordum çünkü bir haftadır ben de hayalet gibiydim, onu arasaydım belki de öğrenirdim ama şu an ikimizin de sorumsuzluğu yüzünden bugün uçakla yanıma gelen annemi karşılamayı unutmuş olabilirdim. Telefonumdaki hızlı aramalardan seçtiğim annemi kulağıma götürürken aramanın meşgul olduğunu duydum, bu demek oluyordu ki hala uçaktalardı. Biletlerin de yer aldığı görsele tıkladığımda, uçağın iniş saatine yirmi dakika olduğunu görmek içimi rahatlattı. Anneme uzun bir azar çekecektim, bu sorumsuzluğu yüzünden... Eminim ki aynısını o da bana yapacaktı, bizim rutinimizdi bu. Yanında birlikte geldiği adam ise, şirkete geçen yıl büyük bir organizasyondan transfer olan Ozan Bey'di, mükemmeliyetçiliği ile bilinirdi ve babam onu uluslararası bir şirket yapısından koparıp bize getirdiği için ona gözü gibi bakar, büyük bir ilgiyle göz kulak olurdu. Şimdi aynısını annemin yapması gerektiğinden bizi zorlu bir görev bekliyordu, emindim. Motto'nun müdavim köşesi olan cama yaslandığım masadan kalkarken bilgisayarımı Funda'ya işaret ettim, o içeride kahvelerle ilgilenirken dikkatini pek vermese de. "Havalimanına gitmem gerekiyor, annemler geliyormuş! Bilgisayarın ekranındaki kahveyi silebilir misin? Ben kaçtım!" Bana başparmağıyla onaylayan bir cevap verse de kahve lekesini silmenin önceliği olmayacağını ikimiz de biliyorduk.

NAR AĞACI (Nar Serisi Birinci Kitap)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin