"Sen buralardan yer miydin, Deva'cığım? Ama haklısın, Nar hafta sonları dolu olur..." Otelin genel açık büfesinde yemeğimi bitirdikten sonra tabağımı kirlileri topladığımız kısma götürürken, arkamdan seslendiğini duyduğum Günay ablaya selam vermek için bedenimi hafiften döndürdüm. Elinde bana getirdiğini düşündüğüm bir meyve tabağı gördüm, nizami şekilde dilimlenmiş meyvelerden bir tane armudu ağzıma atarak konuştum onunla. "Alevli meyve tabağı istememiştim ama teşekkürler... Nar'ın doluluğu konusunda haklısın ama canım o Nar şeklindeki tatlıdan çekti aslında... Bir tatlı molası için uğrayabilirim sanki?" Günay ablaya ondan güç almak ister gibi sorduğum bu saçma soruya omuz silkerek cevap vermesi kaçınılmazdı ve yaşanmıştı, güldüm kendi kendime önümdeki yemek tabaklarını geride bırakırken. "O zaman ben tatlı yemeye gidiyorum... Meyveyi sana geri gönderiyorum, bir tanesin."
"Sana bir daha meyve yok." Bana küsmeyeceğini bilsem de onunla böyle uğraşmayı seviyordum, o yüzden dil çıkarttım esprili şekilde. Annemin yokluğunda yaşının ona yakın olmasının da verdiği samimiyetle otelde vakit geçirmeyi sevdiğim yegâne insandı Günay abla, iyi ki de buradaydı. O olmasaydı zamanımın neredeyse hepsini telefonda Selin ile konuşarak geçirirdim. Düşününce, akşam onu aramayı not aldım aklımın bir köşesine. Doruk'tan yer bulursam tabi... Selin'in bu haftalarda bana söylediği tek bir şey vardı o da Doruk ile uyumaya başladığımızdan beri pabucunu dama attığım gerçeğiydi... Doğru söze kim bir şey diyebilirdi? Haksız da değildi, günlerimin çoğunu onun peşinde akşamlarımı da onun kollarında geçirirken zaman ve mekân kavramımı yitirir hale gelmiştim. Ta ki, bugüne kadar... Nar'ın iç kapısının önünde kendimle yüzleşirken bunları düşündüğümü dışarıdan bakan hiç kimse anlayamazdı ama ben kendime engel olamıyor, kaygı havuzunda boğuluyordum. Acaba o kadın neredeydi, odasında mıydı yoksa burada mı? Hiçbir şeyden emin olamıyordum ama sabrımı korumamı sağlayan tek etken, Doruk'un bana akşam kelimesiyle verdiği telkindi. Onunla konuşabileceğime inanıyor, dahası ona şans vermekten başka çarem yok gibi hissediyordum. Göğsümü inip kaldıran telaşlı nefeslerimi sakinleştirmek için uğraşırken kapının kulpundan tutup hafifçe ittim ve saniyeler içinde içerideydim. Kalabalığın sesi duyuluyor, interaktif çalışan mutfak araç gereçlerin sesiyle yankılanıyor, arkada çalmakta olan sözsüz hafif müzik ise insanı önlerindeki lezzet dolu yemeğe odaklamaya yardımcı oluyordu. Benim ise odağım başkaydı, bambaşkaydı. Doruk'u arıyordu gözlerim. Taradığım masaların görüş açımda olanlarında tanıdık kimseyi göremiyordum, ta ki birkaç adım ilerleyip son masalara göz atana kadar. Gördüklerimi yutkunuşlarımla aşağı indirmek istedim ama o yumru boğazıma çoktan oturmuştu ve oradan gitmeye de hiç niyeti yoktu. Boğazıma doğru götürdüğüm elimle, parmaklarımla kendimi sakinleştirmek adına tenime dokunuyor, boğazımın çevresinde gezdiriyordum onları. Bu kadarını beklemiyordum... Haftalar önce onun oturduğu, ellinci sandalyede oturan kadını orada gördükçe boynumun çevresindeki görünmez eller daha da daralıyordu sanki. Ve bu da yetmezmiş gibi kadının bir eli masadaki renkli çiçek buketinde, diğer eli ise ayakta duran Doruk'un kolundaydı. Dayanabildiğim kadar dayandım ama daha fazla seyirci kalamazdım, hızlı adımlarla geldiğim yolları geri döndüm. Bu sefer koşarak uzaklaştım, belki de onlardan kaçıyordum. Doruk'un yüzünü bile görmemeliydim, onun hak ettiği tam olarak da buydu. Eski sevgilisinin memleketine dönmesini beklerken benimle oyalanmıştı resmen, göz göre göre. Asansör düğmesiyle odama doğru çıkarken tek düşündüğüm Doruk'un ikiyüzlülüğüydü, hem dövmesi ile ilgili yalan söylemesi hem de restoranda durmama kurallarını çiğnemesi düşüncemi doğrular nitelikteydi. Benimle ortalıkta görülmeyen, akşam yemeği vakitleri en iyi ihtimal ofiste duran adam, bu değildi. Bugün bal gibi de müşterilerin arasında, o kadının dibinde dikilmişti. Gerçekten iğrenç biriydi. İçeri girdiğimde odanın tamamen temizlenmesine rağmen onun gibi kokması da iğrençti. Aynadaki yansımadan gördüğüm, gecenin bir yarısı uyanıp öptüğü kadın da bu iğrençliğin ortasında kalmıştı... Yalanlar en iğrenciydi çünkü er geç ortaya çıkarlardı ve kokuları buna yardımcı olurdu. Eğer Nar'a gitmek yerine odama çıksaydım bunları görmemiş ve saf bir şekilde Doruk'u beklemiş olacaktım. İyi ki de oraya gitmiştim, her şeyi gözlerimle görmüştüm. Annesi için koyduğu, totemi olan çiçek buketini o kadına vermişti ve onları sabah gördüğüm zamanki gibi aynı temas içindelerdi. Daha nasıl bir kanıta gerek vardı? Ama içimdeki sinir bir türlü dinmiyordu. Gerçekleri bir de onun ağzından duymadan rahatlayamayacağımı bildiğimden kendimi kaçış noktası olarak banyoya attım hızla. Üstümdeki elbiseden ve iç çamaşırlardan hızlıca sıyrılıp sıcak suya kendimi teslim ettiğimde, endişelerim akıp gideceğine daha da kalıcılaşmıştı. Kulağım kapıdaydı, gelmek üzere olduğunu hissediyordum. İçimdeki ses, onu içeri almamayı öğütlüyordu ama kalbim her şeye rağmen dürüst olması durumunda yelkenleri suya indirmemi bekliyordu. Kafam ise yerinde değildi, saçlarımdaki suyu sıkarken ferah hissettirmeyen bu duştan, girdiğim kadar hızlı çıktım dışarı. Aynanın karşısında gözlerinin etrafında halkalar oluşmuş siluetimi tanıyamadım çünkü hiç ağlamadan bu hale gelen suratıma inanamamıştım. Ağlasaydım ne hale gelirdim kim bilir... Bunu bilmek bile istemiyordum. Gözaltlarıma parmaklarımı vurarak masaj yaparken hala Doruk'a iyi görünmeye çalıştığım için kendime kızdım, saçmaladığımı fark ederek. Gözümün önünde o kadını öpseydi de böyle mi davranacaktım ben? Kendimden beklerdim... Tam bu esnada tahminlerimi doğrular nitelikte kapı çaldığında, bedenime sarılı havluyu önemsemeden kapıyı ona, Doruk'a girebilmesi için araladım. İçeri hızlı bir adımla girmesi, kendimi üç dört adım geriye çekmeme neden oldu çünkü her zamanki kucaklaşmayı yapacak durumda değildim. O da bunun farkındaydı ama bilmezlikten geldi, kaşlarını havaya kaldırarak ve bu sırada çoktan içeri yürümüştü bile. "Duşa girmeden beni neden beklemedin?" Rutine dönüşmüş bir başka olayımız ise akşam duşları olmuştu, artık ondan utanmayacak kadar çok kez çıplak gördüğüm bedeninden çekinmiyordum ama bugün bunu umması, gerçekten komik olmuştu. Kollarımı önümde birleştirirken hem havlumu üstüme sabitledim hem de konuşmaya başladım. "Ben seni bekledim aslında, sen başka şeylerle meşguldün." Yaptığım imayı cevaplamak yerine yatağın yanında, balkona doğru koyulmuş koltuğa çöktü, bu sırada bileğindeki bandana ile oynamakla meşguldü. Gözlerime pek baktığı söylenemezdi, sadece bileğine odaklanmıştı. Yatağın ucuna otururken havlunun herhangi bir frikik vermemek için her şeyin düzgün olduğundan da emin oldum, şu andan itibaren susmaya niyetim yoktu. "Akşam anlatacağım dedin, sendeyim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
NAR AĞACI (Nar Serisi Birinci Kitap)
Romance"Tadım serüvenimiz sonlandığında size, 'Aradığınızı bulabildiniz mi?' diye soracağım. Tadım esnasında bu soruyu sık sık anımsamanızı isterim. Şimdiden afiyet olsun..." Ay tanrıçası Selene ve Endymion'un Milas'taki sakin Bafa Gölü'nde başlayan ilişki...