"Nasıl böyle iyi mi?" Arkamda ki yastığa bakarken gözlerinde ki kararsızlığı yakalamıştım. Yan tarafa doğru gidip arkama koymak için bir yastık daha alacakken elini yakaladım."Yeterli. Gerçekten." Bir şey söylecek gibi olsa da vazgeçmiş ve mutfağa doğru gitmişti.
Eve geldiğimizden beri bir an olsun beni yalnız bırakmak istemiyor, sürekli ağzımın içine bakıyordu. Bu kadar üzerime titremesi her ne kadar hoşuma gitse de endişesinin izlerinin silinmesini istiyordum. Yaşadıklarım kolay değildi farkındaydım ve kendimi hem mental olarak hem de bedenen iyi hissettiğim söylenemezdi. Ancak garip bir şekilde ben...
Huzurluydum.
Onun yanında olmanın verdiği huzurun kollarına sarılmış ve derin bir uykuya hapsolmuş durumdaydım. Uyanmak istemiyor, halimden ise asla şikayet etmiyordum.
Elinde tepsiyle ve üzerinde dumanı tüten bir adet kaseyle içeri giren Dağhan, olduğu yerde donakaldı. Ardından sinirle gözlerini kapattı ve tepsiyi yanında ki masaya bıraktı.
"Kokusunu mu alıyor ibne, anlamıyorum." Ağzının içinden söylenirken boş koridora doğru yürümeye başladığında ne olduğunu anlamamıştım.
Artan adım seslerinin ardından salona adım atan ve elinde taşıdığı televizyon ile çorbaya kilitlenen İzzet'i görünce ne olduğunu anlamıştım.
"Şaka?" Yüzünde ki şaşkınlık ile Dağhan'a döndüğünde gözleri çorbayla ikisinin arasında mekik dokuyordu. Dağhan ise onu umursamadan ilerleyip tepsiyi aldı ve yanıma gelerek diz çöktü.
"Abi sen yemek mi yaptın?" İzzet, hâlâ şok içinde ayakta dikilirken arkasından içeri giren Sedef yanıma doğru koştu.
"Yok, lohusa şerbeti yaptım. İçer misin?"
Normal bir şekilde söylediği sözlerin ardından ağzımdan kaçan kıkırtıya engel olamamıştım.
"Efsa! Ne kadar iyi görünüyorsun." Dedi ve ardından yanağıma sulu bir öpücük kondurduğunda ona gülümsedim. "Çok iyi bakılıyorum ondandır." Dedim ve çapkın gülümsememi Dağhan'a gönderirken alttan bakışlarını yakalamıştım. İzzet, elinde ki televizyonu masaya bırakırken benim dikkatim onda kalmıştı.
"Televizyon mu?" Dedim gözlerimle işaret ederek.
"Evet yenge. Abim sen sıkılma diye istedi." Gözlerim Dağhan'a kaydığında küçük ekmek parçalarını oldukça lezzetli görünen çorbanın içine atıyordu. Ardından kaşık ile karıştırıp pembenin en güzel tonu olan dudaklarını öne doğru büzüp, üflediğinde hayran bakışlarımı üzerinden çekemiyordum. Sonunda kafasını kaldırdığında göz göze geldik ve anlık bir duraksama yaşadı. Ardından dudaklarım ucuna uzattığı kaşığı bekletmemek için ağzımı açtığımda yutkundu ama ciddiyetle işini yapmaya devam etti.
İzzet ve Sedef televizyonu kurmaya başladıklarında benim içini ısıtan şey onun yaptığı lezzetli çorba mıydı yoksa bu ufak jest miydi emin değildim. Tekrar çorbayı dudakları ucuna getirip üflediğinde, kirpiklerim altından ona bakmaktan vazgeçmedim. Gözleri gözlerim ve dudaklarım arasında gidip gelirken kaşığı tumaya devam ettiğinde çok yavaş bir şekilde ağzımı araladım ve dudaklarımı yaladım.
"Neden öyle bakıyorsun?"
"Nasıl bakıyorum?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PENÇE
Viễn tưởng"Eşim." Kalın, ve erkeksi sesiyle konuştuğunda zifir karanlığa karışan gözlerini göremiyordum. Deli gibi titrerken, elimde ki odun parçasına parmaklarımı bir kelepçe gibi kilitledim. Arkama doğru baktığımda karanlık ıssız yol, bütün umudumu darmadu...