Zamanın acımasız pençesinde hapis olup, akıp giden hayatımızın seyirci koltuğundan izleyicisi olduğumuzu düşünürdüm. Parmaklıkların ardından çıkıp, bana yazılan bu rolü üstüme düşen en iyi şekilde oynadıktan sonra geri yerime oturmak alışagelmiş bir durumdu.Benim rolüm görünmez olmaktı.
Stabil giden düzenin içinde bir çıkıntılık yapmadan huzur sandığım ortamlara ayak uydurmak, benim için biçilmiş kaftandı. Kimse benim gerçekten ne istediğimi, kim olduğumu bilmiyordu. Sadece benim onlara gösterdiklerimle yetiniyor ve perdenin arkasını merak etmiyorlardı.
Tam şimdi, şu an hayatımın merkezinde kendim olduğunu hissettiğim andı. Dağhan, hayatıma girdiğinden beri artık kendi hayatımın baş rolünü almış ve oynamadan sadece yaşadığımı hissediyordum.
Perdenin arkasını o görmüş ve içeriye o sızmıştı. Beni sadece ben olarak kabul ediyordu ve bu her şeye bedeldi.
Sessizlik ile aynı koltuklarda otururken hareket eden tek şey saatin akrep ve yelkovanıydı. Çok garip bir andı kimse ne söylemesi gerektiğini nasıl davranacağını bilemiyor gibiydi. Bir tek Dağhan, rahat ama temkinli bir tavırla paketinden çıkarttığı sigarı dalını dudaklarının arasında kıstırıp, ucunu ateşledi. Gözlerini kısarak Soner'e bakarken sigaradan derin bir nefes aldığı sırada ben yan gözlerle onu izliyordum. Soner ise tüm odağını bana vermiş, gözlerinde şefkatin emarelerini sunarak kucak açmıştı. Dizime koyduğum elimin tırnaklarıyla oynarken, susmak benim için en mantıklı yoldu. Zaten söylenecek her şeyi söylemiş gibi hissediyordum, en azından şimdilik. Dağhan huzursuzdu ve bu huzursuzluğu saklamak şöyle dursun bile isteye Soner'e belli etmek istiyor gibiydi.
"Ee?" Dedi Dağhan sonunda dayanamayarak.
"Arkadan acıklı bir müzik çalacağım şimdi tamam işte bu kadardı, öğrendik bitti."
Gözlerim irileşirken ona şok içinde bakmaya başladım. Gerçekten bu kadar acımasız olmak zorunda mıydı? Önümde ki adamın halini de görüyordum benim için bir yabancı olabilirdi ama üzülüyordum işte.
"Kovuyor musun beni?" Dedi Soner umursamaz sesiyle.
Sanki onun bu halini zerre kadar takmıyor gibiydi. Bana bakarken gördüğüm şefkat tohumları, Dağhan'a döndüğünde rekabetçi bir ruha bürünmüştü. Pes etmeyecekti, her halinden bunu belli ediyordu.
"Nasıl anlarsan."
Aralarında ki arkadaşlık bağının ne kadar kuvvetli olduğunu daha önce görmüştüm ve şimdi bunun benim yüzümden zedelenmesi isteyeceğim en son şeydi. Birbirlerine kilitlenmiş bakarlarken neden böyle yaptıklarını anlayamıyordum ama müdahale etmem gerekiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PENÇE
Fantasía"Eşim." Kalın, ve erkeksi sesiyle konuştuğunda zifir karanlığa karışan gözlerini göremiyordum. Deli gibi titrerken, elimde ki odun parçasına parmaklarımı bir kelepçe gibi kilitledim. Arkama doğru baktığımda karanlık ıssız yol, bütün umudumu darmadu...