-26-

218 88 12
                                    

Bütün günümü Evan'la beraber baş başa geçirdim. En başından her şeyi konuştuk. Aramıza kendimizce kurallar koyduk. Mesela ben Evan'ın sadık kalacağından şüphe duyduğum için bazı kurallar koydum ve o bu kurallara uyduğu sürece bana sadık kaldığını kanıtlayacaktı. Mesela akşamları beraber uyuyacaktık. Beraber olmadığımız anlar telefonla sürekli mesajlaşacaktık. Onun kuralları ise başımı belaya sokmamak ve ilişkimizi gizli tutmaktı. Ona neden ilişkimizi gizli tutumam gerektiğini sordum. Bana sadece şu an için böyle olması gerektiğini söyledi. Fazla da üzerine gitmedim zaten.
"Hanna."

Bana seslenen annemdi.

"Efendim."

"Yanıma gelir misin?"

Odamdan çıkıp koridorun sonuna baktım annem orada duruyordu. Yanına doğru ilerledim.

"Bir karar verdin mi?"

"Ne için?"

"İblislerden kurtulmak için cadılarla iş birliği yapmaya."

"Anne bu konuda, biraz, şey işte-"

"Ne?"

"Anne korkuyorum. Tamam mı? Ne John ne de Evan bunu yapmamı istemiyor."

"Evan mı? Hani şu iz sürücü çocuk."

"Evet, o."

"Hanna sen delirdin. Onun dediklerini neden umursuyorsun? Onun başından çıktı tüm bu iblisler. O olmasaydı sen şu an güvende olurdun. İblisler seni öldürmek istiyor. Ve ben biricik kızımın ölmesine izin veremem."

Derin bir iç çektim. "Anne sakin ol."

"Sakin olamam. Şu dediklerine bak. Onlar onaylamıyor diye hayatını mı maf edeceksin?"

Kollarımı çaprazladım. "Konunun aslı şu; ben de cadılarla iş birliği yapmayı güvenli bulmuyorum."

Annemin ağzından bir 'hah,' sesi çıktı. "Anne sen ne dersen de, ben emin olmadığım sürece buna cevap vermem."

"Bu senin son şansın olabilir."

"Kendimi bu konu için şartlandırmayacağım. İstersem kendime yeni bir şans yaratabilirim, anne."

"Sanmıyorum, Hanna."

Kaşlarım havaya kalktı. "Ne demek istiyorsun anne?"

"Sen kendini bile koruyamazken... Yeni bir şans yaratmaya çalışmak?"

Annemin bu sözleriyle gözlerim doldu. Resmen beni küçük düşürmüştü. Kendimi aşağılık hissediyordum. Hiçbir işe yaramayan bir nesne gibi hissediyordum. Koşarak odama girdim ve kapımı kilitledim. Dolan gözlerimden yaş akmasına izin verdim. Annem kapımı defalarca tıklattı.

"Kızım, öyle demek istemedim."

Cevap vermedim. Yatağıma doğru ilerledim. Kendimi çok bitkin hissediyordum.

"Hanna." Yine o aynı ses!

"Korkma."

Yutkundum. Nasıl korkmayacaktım?

"K-kimsin?" diye kekeledim.

"Sen bana ne diyordun? Ha, evet. Ben iblisim."

Tanrım, lütfen yardım et.

"N-neredesin s-sen?"

"Tam yanında."

Yanımda bir varlık hisseder oldum. Şimdi şuracıkta altıma yapabilirdim.

"Korkma ama."

"G-göster kendini."

"Buna hazır mısın?"

Değildim. Ama çok merak ediyordum.

Derin bir nefes aldım. "Evet," dedim.

"Aynaya bak."

Dediğini yaptım. Aynaya baktım ve tam sağ yanımda bir erkek yansıması gördüm. Bu erkek çok güzel bir erkekti. Gözleri âdeta büyüleyiciydi. Göz rengi yeşil, mavi karışımıydı ve göz bebeklerinin etrafı sarıydı. Saçları kahverengiydi. Ama bu kahverenginin içerisinde anlamadığım bir şey daha vardı.

"Beğendin mi?"

Nasıl söyleyeceğimi bilmiyordum. Gerçekten düşündüğüm gibi değildi. Vücudunu aynada göremiyordum. Vücudunun yarısı benim arkamda kalmıştı. Ama boyu uzundu. Ve o sırada kafama acı bir gerçek dank etti. Bennet bana ilk zamanlar ne demişti? Onların belli bir renkleri veya çiçekleri yok. Onlar her kılığa girerler. Tam olarak bana söylediği sözlerin aynısını hatırlamasam da, ne demek istediğini hâlâ daha hatırlıyordum.

"Sen bu değilsin."

Güldü. "Evet. Ama istersem bu olurum. Veya bir başkası. İstersem sen bile olurum."

Tanrım, lütfen sen yardım et.

"Korkak, Hanna."

O anda fark ettim, çok hızlı nefes alıp veriyordum.

"Beni yok etmek için cadılarla iş birliği yapacağını duydum."

"S-sadece bir düşünce," dedim.

"Hımmm," dedi ve elini omzuma koydu. O bunu yapınca yerimde zıpladım. İnanılmaz bir elektirik alıyordum şu an ondan.

"Yapma şunu," dedim.

Çok masummuş gibi "Neyi?" diye sordu.

"Bana elektirik verme."

Bunu dememle kahkaha attı. "Sana elektirik vermiyorum. Senden tüm yaşam enerjini alıyorum."

Ne?

Tanrım, lütfen sen yardım et. Ne olursun ölmek istemiyorum. İstemiyorum!

"Korkma. Seni şu an öldürmeyeceğim."

"Sen de mi akıl okuyorsun?" Ben bunu hangi cesaretle sordum ki?

"Hayır. Biz hisleri hissederiz. Şu an sende fazlasıyla ölüm korkusu var."

Vay canına. Herkesin harika yetenekleri vardı. Ondan ne kadar çok korksam bile onun yeteneğine hayran kaldığım yalan değildi.

"Ne istiyorsun benden?" Soru ağzımdan kendi kendine döküldü. O da bunu bekliyormuş gibi konuşmaya başladı.

"Evan'ı yok etmek. Eğer bana yardım edersen seni rahat bırakırım."

Nedense hiç inanasım gelmemişti.

"Düşün, Hanna," dedi ve omzumdaki elini çekti. Arkama baktığımda kimse yoktu. Sanki bunların hiç biri yaşanmamış gibi. Fakat bu olayı gerçekçi kılan tek şey odadaki toprak kokusuydu. Bu koku buraya nasıl gelmişti böyle?

(Evet, bu bölümde Evan-Hanna yok. Biraz daha heyecanlı olsun istedim. Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın.)

Yeniden DoğuşHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin