Bana verilen bu güç bir hediyemi yoksa lânet mi? İnsanların dindiremediği acıları duymak, susturamadığı çığlıklara şahit olmak. Ve bunları yaparken delirmeden yaşayabilmek...
28.10.2007 - Belgin Doğan
Elimdeki kitabın kapağını usulca kapattım, sayfaların çıkardığı hafif ses odanın sessizliğine karıştı. Rafın önüne diz çöküp onu yerine yerleştirdim. Yurdun loş ışığı kitapların tozlu sırtlarında dans ediyordu. Raflar arasında gezinirken, odadaki ağır kitap kokusu ciğerlerime doldu; bana yalnızlığımı hatırlatan bir koku bu. Belki de alıştığım, sevdiğim tek şey…
Henüz beş yaşındayım ama harflerin büyüsünü çoktan çözmüştüm. Her bir harf bir kapıydı; beni bu dört duvarın ötesine, başka hayatlara, başka hikâyelere götüren. Yurttaki görevliler bunu erken fark etti. Bana bazen garip bir gözle bakıyorlardı; sanki bir çocuğa değil de açıklanamayan bir şeye. IQ testinden sonra etiket geldi: "Üstün zekâlı." Bu tanım, üzerime görünmez bir gölge gibi düşmüştü. Sanki artık her hareketim izleniyor, her düşüncem ölçülüyordu.
Kitaplıkta yeni bir kitap ararken müdire hanımın sesini duydum. "Belgin, yeni kitap mı arıyorsun?" diye sordu.
"Evet, ama buradaki çoğu kitabı, hatta hepsini okudum. Okumadığım kitabı bulmak neredeyse imkânsız." Müdire hanım yüzünde bir tebessüm ile önümde eğildi.
"Belgin, belki yeni kitapların ve evin olması için vakit gelmiştir." dedi. Yeni ev mi? İçimde hafif bir dalgalanma... Yabancı bir kelime gibiydi bu benim için. "Ev" deyince gözümün önüne yalnızca bu taş duvarlar, demir ranzalar, sessiz geceler geliyordu.
"Yeni kitapları anladım ama yeni ev?" dedim anlamaz gözlerle.
Müdire hanım, saçımı kulağımın arkasına sıkıştırarak, alışkanlıkla gülümsedi: "Belgin, sen bu yurda bebekken getirildin. Bunu zaten biliyorsun. Ve senin yaşındaki kızların evlatlık verilme olasılığı daha fazla." Evlatlık verilme... Kalbim hızlandı. Bu kelime daha önce birçok arkadaşımın arkasından yankılanmıştı bu koridorlarda. Kimi mutlulukla, kimi gözyaşlarıyla gitmişti. Şimdi sıra bana mı gelmişti?
Heyecanla, gözlerim ışıldayarak sordum: "Nasıl yani benim de mi ailem olacak?"
Müdire hanım başını salladı: "Evet Belgin, senin de bir ailen olacak. Bir çift seni evlat edinmek istiyor." Gözlerim büyüdü. Bir sıcaklık sardı içimi, ama aynı anda bilinmezliğin getirdiği o tanıdık korku da... Birileri beni seviyor muydu gerçekten? Yoksa sadece boşluklarını dolduracak bir çocuk mu arıyorlardı?
Müdire hanım elimden tuttu ve beni odasına götürmeye başladı. Adımlarım heyecandan titriyordu. Kalbim göğsümde küçük bir kuş gibi çırpınıyordu. Kapı açıldığında gözlerim, içerideki çifte takıldı.
Kadının saçları kıvırcık ve kızıldı; ışık vurduğunda alev gibi parlıyordu. Gülümsediğinde gamzeleri ortaya çıktı, sıcacık bir ifadesi vardı. Erkek daha ciddi görünüyordu ama gözlerinde samimiyet vardı. Kirli sakalı yüzüne sertlik katarken, tebessümü bu sertliği biraz kırıyordu.
Müdire hanım "Belgin, tanıştırayım seni evlatlık edinmek için başvuran aile." Kadını gösterip "Angel Jorb", erkeği gösterip "Ricardo Jorb" dedi. İçimde bir anlık soğukluk… Nasıl yani? Yabancılar mı?
Müdire hanıma dönüp sordum: "Ama bunlar yabancı. Ben onlarla nasıl anlaşacağım?"
Angel, kibar ama kırık dökük bir Türkçeyle, sıcak bir gülümsemeyle konuştu: "Merak etme Belgin, biz Türkçe biliyoruz. Türkiye’de bir okulda İspanyolca dersi veriyoruz."

ŞİMDİ OKUDUĞUN
KARMA
Ciencia FicciónTüm insanlardan farklı olduğunuzu hayal edin ya da KARMA olduğunuzu... Daha doğduğunuz anda yalnız kaldığınız, sizi dünyaya getiren annenizin bile istemediği bir yerde hayatta kalma savaşı. Bu savaşı veren 6 bebek ve bebeklerden biri hepsinin orta...