Dawson Lee
Babam ile yaptığım telefon görüşmesinin ardından sonunda mekanın kapısından yeniden içeri girmiştim. Adımlarım hızlıca bizimkilerin olduğu yere ilerlediğinde masada ki eksik kişiyi anından fark etmiştim. Octavia.
Kaşlarım çatıldığında yanlarına varmış ve gözlerimle mekanı kısaca tararken Shay'e yaklaşmıştım. "Octavia nerede?" Sorumla birlikte bir göz devirmiş ve homurdanmıştı. "Birbirinizin haberini benden almak yerine telefon denen icatla tanışmaya ne dersiniz?" Onun da beni sormuş olma detayını şimdilik geri plana atmış ve sabırla konuşmuştum. "Sorumu cevapla Shay." Omuzlarını umursamazca silkti ve bir kez daha homurdandı. "Lavaboya gitti."
"Tam olarak ne zaman?" Yeni ve endişeli sorumla birlikte bu sefer ciddi anlamda gözlerini kısmış ve düşünmüştü. "On dakika oluyor." Sıkıntılı bir soluk verdim ve hızlı adımlarım üst kata yöneldi. Merdivenleri kısa sürede tırmanıp lavabonun önünde dikilmiş ve içeriden ses gelmeyince kapıyı tıklatıp açarak bir ihtimal kontrol etmiştim. Gözlerim küçük lavaboya taradığında kimseyi göremeyerek kapatmıştım.
Bu defa bar kısmına geçerek oraya girmiş ve gözlerimi yine dikkatle etrafta gezdirmiştim. Burada da olmadığını görünce telefonu çıkartıp el mecbur adını tuşlamıştım. Bu sırada merdivenleri iniyordum. Telefonuna ulaşılamaması ile bir küfür mırıldandığımda alt kata ulaşmış ve doğruca gözlerimi Gavin'e dikmiştim. Bunu hisseden Gavin de bana baktığında başımla ufak bir işaret yaparak benimle dışarı gelmesini söylemiştim.
Yanında ki Lisa'ya bir cümle mırıldanıp benimle arka çıkışa geldiğinde kaşlarını çatmış ve sormuştu hızla. "Sorun ne?" Derince bir nefes vererek yüzümü sıvazladım. "Octavia yok." Kalbime çöken gerginlikle birlikte ne yapacağımı şaşırmıştım. Kimlerin elinde olduğunu tahmin etmek zor değildi ve bunun bilinci insanı oldukça korkutuyordu.
•
Octavia Blake
Gözlerimi zorlukla aradığımda başımda ki uyuşukluk ile anında yüzümü buruşturmuştum. Nerede olduğumu en son ne olduğunu kavramak için harcadığım bir kaç saniyenin ardından kalbim tedirginlik ile hızlanmış ve gözlerim korkuyla açılmıştı.
Başımı kaldırdığım esnada ayaklanmaya çalışmıştım ama ellerimin bağlı olduğunu ve bir sandalyede oturduğumu anlamam ikinci korku dalgasını yollamıştı bedenime.
Soluklarım hızlanırken sonunda etrafta gezinen gözlerim hemen karşımda ki adamı bulmuştu. Tamamen siyah giyinmiş, kemerinde bir hançer taşıyan uzun boylu adam bana doğru eğilmişti. Yeşil gözleri direkt gözlerime bakarken dudakları sinsice kıvrılmıştı. "Günaydın Octavia Blake." Korkunç tınısı kulaklarıma dolduğunda gözümden bir yaş kaydığını hissettim.
"N-ne oluyor? Kimsin sen?" Tedirginlikle hızlıca sorduğumda gözlerim etrafta geziniyor ve mekanı inceliyordu. Eski bir depoda gibiydik. Geniş bir alandı, etrafta bir çok adam vardı. Yaydıkları enerji hepsinin kurt olduğunu ele veriyordu.
"Stephan ben!" Sırıtışı ile şakıdığında ben korkuyla bakmaya devam ediyordum. "Ne oluyor burada?" Bu defa korkuyla bağırdığımda gözümden bir kaç yaş daha düşmüştü. Bedenim korkuyla titriyordu. "Sakin ol." Dedi yatıştırıcı bir sesle. "Şimdi seninle küçük bir şey deneyeceğiz." Mırıldanması ardından arkamda kalan bir yere bakmış ve ufak bir kafa işareti yapmıştı. Başımı geriye çevirdiğimde buraya doğru gelen bir büyücü ile karşılaştım.
Oldukça yaşlı duran büyücünün üzerinde siyah bir pelerin vardı. Yanıma gelip karşımda dikildiğinde korku dolu gözlerim onu buldu bu defa. Tek elini kaldırıp avuç içini sol göğsüme, yani tam kalbimin üzerine sabitledi. "N-Ne oluyor? Ne yapıyorsunuz?" Ağlamaklı sesimle sorduğumda sorularım cevapsız kalmaya devam ediyordu.
Gözlerini yuman büyücü dudaklarını sessizce oynatarak bir kaç kelime söylemeye başladığında nefes alış verişlerim hızlanıyordu. Kalp ritimlerim düzensizleşirken, kalbimde o büyünün gücünü hissediyordum, bütün bedenime yayılan bir hisle gözlerimi yumduğumda göğsümde ufak bir sızı hissettim. Bu sızının hissi ile inlediğimde büyücünün kelimeleri çoğalmış ve yüzünü acıyla buruşturmuştu.
Bir kaç saniyenin ardından sendeleyerek geri çekilen büyücü dizleri üzerine düştü güçsüzce. Gözlerim irice açılırken kalbini tutan büyücü yere serilmişti. Gözleri açık kalan büyücünün bütün enerjisi yok olduğunda onun öldüğünü anlamıştım. Şaşkınlığım ve endişem artarken adının Stephan olduğunu öğrendiğim adam yalancı bir üzüntüyle baktı ona.
Ardından bir baş hareketi yaparak onu yerden almaları gerektiğini belli etti. Hızlıca emrini yerine getiren iki adam ardından ise bana dönmüştü. Gözleri adeta ışıldarken suratına geniş bir gülümseme yayıldı ve yeniden bana doğru eğildi. "Uzak dur benden." Öfkeyle bağırdığımda bunu elbette umursamamıştı. Elini uzatarak straplez elbisemin yakasını hafifçe aşağı indirdiğinde korkuyla çırpınmıştım. Elbisemi ufakça sıyırması ile her ne gördüyse keyifle bir kahkaha patlattı ve geri çekilip ellerini neşeyle çırptı. Keyifli kahkahaları depoda yankılanırken ben anlamsızca ona bakmaya devam ediyordum. "Harika!" Diye büyük bir neşeyle bağırdı ardından ise arkasını döndü ve deponun büyük kapısından çıkıp gitti.
Bir kaç dakika sonra ise çıktığı kapıdan geri girmiş ve bana doğru adımlarken konuşmuştu. "Şimdi sevgili Blake, seninle bir şey daha deneyeceğiz." Anlamlandıramadığım şeylere tepki bile veremiyordum. Hala korkudan titreyen gözlerimi ona dikmiştim. "Umarım bize çok kızmazsın. Getirin." Son kelimeyi hafifçe sesli söylediğimde geldiği kapı aralanmış ve içeri giren adam peşinden de bir kadını sürüklemişti. Bu kadın annemdi.
"Anne!" Korkuyla bağırdığımda ağlayan annemi sürükleyerek getirmiş ve biraz ilerimizde dizlerinin üzerine çöktürmüşlerdi. "Annemi bırakın! Ne istiyorsunuz bizden?" Öfkeyle bağırdığımda kalbimde hızla atıyordu. Annemi yere çökerten adam hemen arkasına geçip belinden bir hançer çıkarttığında oturduğum sandalyede çırpınıp duruyordum. "Ne yapıyorsun!" Yüksek bağırtım depoda yankılandığında Stephan memnun gülümsemesi ile bana bakıyordu.
Hançeri çıkaran adam onu annemin boğazına yasladığında annemin ağlaması şiddetlenmişti. Bir çığlık daha koparttım depoda. "Bırak annemi!" Bu çığlıkla öyle bir his yükselmişti ki bedenimde adeta kanımın fokurdadığını hissetmiştim. Arkamdan bağlı bileklerimde bir sıcaklık yükseldiğinde ipler çözülmüş ve yere düşmüştü. Şaşkınlığımla birlikte aynı anda anda annemin arkasında ki adam hançeri düşürmüş ve büyük bir güçle arkasında ki duvara çarparak acı içinde yere düşmüştü.
Gözlerim irice açılırken, Stephan eğlendiğini belli eden gür bir kahkaha attı. Kalbim şokla çarpıp duruyordu. Ellerimi önüme getirip onlara baktığımda gördüğümle daha da şaşırmıştım. Ellerimde ve kollarımda soluklaşan izler vardı. Bu izler damarlarıma ait gibi duruyordu. Beyaz ve soluk izler sönerken ve tenim normale dönerken ben neler olduğunu kavramakta zorlanıyordum.
Bu sırada Stephan konuştu. "Tamam bozun şunu." Dediğiyle birlikte başımı yeniden kaldırmış ve anneme bakmıştım tam bu sırada biraz ilerisinde duran kumral büyücü kız ufak bir parmak şıklatma ile annemin toz bulutuna dönüşüp yok olmasını sağlamıştı.
Şaşkınlığım, endişem ve korkum her geçen saniye daha da artıyordu. Stephan yeniden önümde dikildi ve keyifle gözlerime baktı. "O annen değildi, yalnızca küçük bir illüzyon. Ve sen Blake... Eşsiz bir şeysin." Dudağı hafifçe kıvrıldı. Eğilip ayağımda ki ipleri çözdükten sonra eğildiği yerden kalkmadan yeniden gözlerime baktı. "Konuşacağımız çok şey var."
•••
Omg diyelim baba. Neler oluyor dostuuum??? O sırada oldukça klişe ve tahmin edilebilir olan senaryo xlsmxpaözlsl
Cidden tekrar söylemek istiyorum ki olaylar falan çok hızlı ilerleyecem yani. Bu okurken bir tık rahatsızlık verebilir kusura bakmayın yeniden.
Sonra ki bölümde görüşürüzz.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Beatrix
Teen Fiction"Sen katil değilsin ve olmayacaksın." Tek nefeste kurdu bu cümleyi. "Babamın katillerinden intikam almak istiyorum." Sesim titredi ama dişlerimi sıkarak onu sert tutmayı başardım. Yine de gözlerim doldu ve hatta bir yaş yavaşça süzüldü yanağımdan. D...