Stephan'ın eşliğinde başka bir odaya götürülmüştüm. Bir masada oturuyordum. Hemen karşımda o, başımızada ise bir kaç adam vardı. Artık gözlerimde korku bile yoktu yalnızca yorgun bakıyordum. Hemen önümde bir kahve bardağı vardı fakat onu içmeyi hiç mi hiç düşünmüyordum.
"Öncelikle yeniden ve daha güzel bir şekilde tanışmalıyız sanırım." Yüzünde ki gülümsemeyle birlikte konuştuğunda elini uzatmıştı. Kısa bir bakış attım ve gözlerimi yeniden gözlerine çıkarttım. Bu hamlem dudaklarını birbirine bastırıp elini yavaşça indirmesine neden olmuştu. "Elbette ki elimi sıkmayacaksın."
"Beni kaçırdın." Dedim sert bir sesle. "Kim olduğunu ve bunu neden yaptığını bilmiyorum. Annemin ilüzyonu ile beni kandırdın ve şimdi de elini tutmamı bekleyemezsin." Söylediklerime tepki vermemişti.
"Haklısın Octavia." Diye mırıldandı yalnızca. Derin bir nefes çekti içine ardından ve yeniden konuştu. "Fakat her şeyi an-" Cümlesi yarıda kesilmişti. Bunun sebebi olduğumuz yere koşarak giren adamdı. "Dawson Lee." Dedi yalnızca. Duyduğum isimle kalbim heyecanla çarpmıştı. Beni hemen bulmuş muydu?
Stephan kaşlarını çatarak ayaklandı. "Hangi ara buldu bu piç?" Sinirle soluduğunda bana adımlamış ve bileğimi tutmuştu. "Gidiyoruz." Beni sürüklemeye çalıştığında kendimi geri çekmiştim. "Bırak beni!" Bağırtım ile elinden kurtulmaya çalışıyordum fakat karşımda adamın gücü küçümsenebilir gibi değildi. "Yürü Blake!" Bana bağırıp bu defa daha sert çekiştirdiğinde neredeyse yere kapaklanacaktım.
İçimde yükselen sinirle bu defa daha net bir şekilde bağırdım. "Bırak beni aşağılık herif!" Haykırışım esnasında yine kalbimde ki o hisle, ellerim karıncalanmıştı. Gözlerim parmaklarıma indiği esnada elimin üzerinde yine damarlarım saydam bir ışıkla yol çizmişti ve Stephan da elini yanarcasına çekmişti. "Siktir!" Bir küfür ettiğinde şokla bana baktı. Aynı şok bende de vardı çünkü ne boklar döndüğünü anlayamıyordum. "Sana yalan söyleyen adamın yanına mı dönüceksin Octavia Blake?" Hırsla sormuştu soruyu.
Kaşlarım sertçe çatılmıştı. Ne yalanı? Tanrım! Hayır, hayır Octavia seni manipüle etmeye çalışıyor. İnanma.
Bu sırada bir camın kırılma sesiyle çığlık atmıştım. İçeriye dalan kahverengi büyük kurtla birlikte kapıdanda önde Dawson, ardından ise tanımadığım bir kaç adamı girmişti. Kahverengi kurt doğruca birinin üzerine atlayarak kimsenin tepki vermesine kalmadan ortalığı birbirine karıştırmıştı. Stephan'ın bir küfür eşliğinde kaçtığını gördüğümde parmakları koluma dokunan Dawson ile ona dönmüştüm. Dönmemle birlikte beni kendine çekmesi ve sarılması bir olmuştu.
Yalnızca bir kaç saniye süren tüm bu olayların ardından sarılmayı da fazla uzatmamıştı Dawson. Geri çekilip yüzümü avuçları arasına almış ve gözlerime bakarken endişeyle sormuştu. "İyi misin?" Sorusuna bir süre tepkisiz kalsamda zorlukla başımı aşağı yukarı sallayarak onaylamıştım onu.
Adamlarına bir kaç talimat vererek beni de almış ve dışarı çıkarmıştı. Elimden tutmuş peşinden süreklerken belki ondan cevaplar alabilirim diye hızla sordum. "Kimdi o? Tanıyor musun?" Sorumla beraber derin bir soluk verdi ve cevapladı. "Babanın kasabasından." Kaşlarım çatıldı. Babamın katillerinden biri miydi yani o? Kalbim acı ve öfkeyle sıkıştığında önüne geldiğimiz arabanın kapısını açmış ve binmem için bana dönmüştü.
"Neden kaçırdı beni? Neden zarar vermedi?" Sorularıma devam ettiğimde kendisine bir sabır daha diledi muhtemelen ve mırıldandı. "Tüm bu sorularını eve gidince sor Octavia, lütfen." Kibarlığı karşısında red etme şansım olmamıştı. Açtığı kapıdan arabaya bindiğimde yavaşça örtmüştü kapıyı. Ardından Gavin'e bir kaç şey söyleyip o da binmişti arabaya. Çalıştırıp eve sürmeye başladığında tüm yol sessiz kalmıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Beatrix
Teen Fiction"Sen katil değilsin ve olmayacaksın." Tek nefeste kurdu bu cümleyi. "Babamın katillerinden intikam almak istiyorum." Sesim titredi ama dişlerimi sıkarak onu sert tutmayı başardım. Yine de gözlerim doldu ve hatta bir yaş yavaşça süzüldü yanağımdan. D...