Gece uyanıp durmuş ve derin bir uyku çekememiştim. Güneş doğarken kapalı penceremden içeri vuruyordu. Saat öğlene gelmiş olmalıydı fakat odadan çıkmayı hiç ama hiç istemiyordum.
Olanları hala kavrayamamıştım ve bir şeyleri kafamda oturtmak hala oldukça zor geliyordu. Yakın zamanda delirmezsem bu bir mucize olurdu sanırım.
Kulağıma dolan kısık ayak sesleri ile kaşlarımı çattım ve tüm odağımı buna verdim. "Beatrix çıkmadı mı hala odasından?" Duyduğum ses Stephan'a aitti. Benim bir adım vardı zaten. Beatrix de neyin nesiydi. Babamın bunu düzeltmesini beklemiştim fakat böyle bir şey yapmamıştı. "Hayır." Verdiği cevabın ardından derin bir soluk bıraktığını hissetmiştim.
Yattığım yataktan sonunda doğrulduğumda kaşlarım da çatıktı. Yataktan kalktım ve yavaş adımlarla odada ki banyoya ilerledim. Eminimki ayak seslerimi duymuşlardı. Banyoya girip elimi yüzümü yıkamıştım. Ardından aşağı indiğimde babam sıcak gülümsemesi ile karşılamıştı beni. Hala oldukça tuhaf hissetsemde bende gülümsemiştim ona.
"Kahvaltı var masada git ve bir şeyler atıştır." Dediği ile masaya ilerlediğimde sandalyeye oturmuş ve koltukta oturan iki adama bakmıştım. "Annemleri ne zaman getireceksin?" Sabırsızca sorduğumda babam yine gözlerini kaçırmıştı. "Halledeceğim dedim Octavia." Babam kısık bir sesle konuştuğunda bir süre boş boş suratına bakmış ardından önümde ki yemeğe dönmüştüm. Zorlukla bir kaç parça şey attım ağzıma.
Salona katılan Molly masayı toplamamda bana yardımcı olmuştu. Suratı hep asık olan bu kızı gerçekten üzen bir şeyler olduğu belliydi. Soracak kadar samimi olmadığımız için mecburen susmayı tercih ediyordum. İşi biten Molly dışarı çıktığında kısa bir süre sonra Stephan da onu takip etmişti. Gitmeden önce bana bir göz kırpmayı da unutmamıştı. Ona düz suratımla bakmakla yetindikten sonra geçtim ve babamın yanına oturdum.
"Bir an önce Reagon'a saldırmak istiyoruz Octavia ve bu planda senin de olman lazım." Kurduğu cümle anında gergince hızlandırmıştı kalbimi. Saldırmak? Tanrım orada değer verdiğim insanlar vardı. Dawson vardı. Onlara zarar veremezdim!
"Baba sen bu konuda emin misin?" Aniden sorduğumda kaşları çatıldı. "Neden bahsediyorsun?" Diye sordu merakla. "Onların düşmanımız olduğundan yani bize zarar vermek-"
"Bana inanmıyor musun kızım?" Şokla ve hayal kırıklığıyla sormuştu soruyu. Yarıda kalan cümlemle şaşkınca ona döndüm ve çaresizce konuştum yeniden. "Hayır! Öyle değil. Yani o insanlar... Tanıyorum ben onları böyle şeyler yapacak insanlar değiller baba- Yani yanlış anlaşılma vardır. Bir daha düşün- Onlarla konuşalım." Hızlı hızlı konuşmalarım esnasında babam bana inanamayarak bakıyordu. Bu bakışları susmama neden olduğunda kaşlarını kaldırdı ve güler gibi bir ses çıkardı.
"Pekala." Dedi sakince. "Anlıyorum seni inandırmışlar fakat unutma ben senin babanım Octavia. Biraz yalnız kal ve daha mantıklı düşün. Bende annenleri almak için bir plan yapacağım." Söyledikleri ardından ayağa kalkmış ve alnıma bir öpücük bıraktıktan sonra evden çıkıp gitmişti.
Sessizlik ve yalnızlıkla kaldığımda ne kadar geçtiğini bilmesem de epey bir zaman geçmişti. En sonunda oturduğum yerden ayaklanmış ve evin kapısını açmıştım. Büyük bir bahçe, biraz ilerisinde bir başka ev. Etrafta dolu olan ağaçlar ve bir kaç adam.
Babamın ileride ki kulübede olduğunu varsayarak çıkmıştım evden. Kapıyı ardımdan sessizce kapattığımda ayaklarım yine çıplaktı. Hiç bir ses çıkarmadan ve fark edilmeden o eve gitmeliydim. Belki bir şeyler öğrenirdim. Bu karmaşa beni oldukça bunaltıyordu çünkü.
Nefesimi tutmuş ve parmak uçlarıma yükselerek sessiz fakat hızlı bir şekilde en yakında ki ağacın arkasına geçmiştim. Kalp atışlarımı bile sıfıra indirmeye çalışıyordum resmen. Neyse ki kamufle konusunda doğuştan bir yeteneğim vardı. Sessiz olmak ve gizli saklı bir şeyler yapmakta fazla iyiydim.
Ağaçların arkasına saklanarak diğer küçük evin yanına geldiğimde kulaklarımı kabartmıştım hızla. "Büyüyü anlar Tommy. Kızın düşündüğün kadar acemi değil." Bıkkınca konuşan Stephan'dı. "Elena'yı buraya getiremeyiz Step. Asla inanmaz, sorgular. Onu da kandırır." Babamın söyledikleriyle anında kaşlarım çatılmıştı. Nasıl yani?
"Sen ortaya falan çıkmamalıydın." Söylendi Step. Babamın sinirle çıkışması bir oldu. "Çıkmasaydımda gebertseydi seni oracıkta! Doğru!"
"Octavia zalim değil. Bir şekilde toparlardı kendini." Sabırla konuşmuştu genç adam. "Her ne boksa yapacak bir şey yok artık." Bir kez daha çıkışmıştı babam.
"Dawson Lee bizi bulmadan önce çözmeliyiz şu işi."
"O siktiğimin çocuğu ne alaka?"
"Ah kızınla sevgili olduklarını bilmiyor musun?" Stephan'ın eğlenircesine kurduğu cümle babamı şaşırtmış olmalıydı. "Ne?"
"O çocuk senin için bir tehlike." Dedi kısık bir sesle. "Octavia'yı düşündüren şey bu demek ki." Babam kendi kendine fısıldadığında kaşlarım çatılmıştı.
Sırtımı yasladığım ağaca tırnaklarımı sertçe geçirdiğimde ağlamamak için sertçe dudaklarımı dişledim. Kalbim panik atakla sarılmak içim uğraşırken atışlarını dizginlemek için uğraşıp duruyordum.
"Önce onu yok etmek gerek. Octavia ona güvenir." Stephan'ın eklediği şey buydu. Kalbimde hissettiğim sıkışma ile elim göğsümü bulmuştu. Gözümden damlayan yaşlarla birlikte sırtımı yasladığım ağaçtan çektim ve tüm gücümle koşmaya başladım. "O da ne?" Dedi içlerinden biri. Diğeri ekledi. "Beatrix kaçıyor!" Kendimi hızlıca ormana attığımda peşimden gelenleri hissediyordum.
Gözümden akan yaşlar ve yine ayağımın altını kanatan taşlarla koşmaya devam ettiğim. Kaçtığım şey yalnızca onlar değil düşüncelerimdi. Bu yüzden öyle hızlıydım ki hiç birinin bana yetişme ihtimali yoktu.
Babam bana yalan söylüyordu. Arkamdan bir şeyler çeviriyordu. Annemi bile korumaya çalışmıyordu. Hayır bu benim babam değildi. Olamazdı.
Gözümden durmaksızın akan yaşlarımla arkama bakmadan ve düşünmeden koşmaya devam ettim. Öyle çok koştum ki ne kadardır koştuğum hakkında bile hiç bir fikrim yoktu. Ne zamandır koşuyordum ya da neredeydim bilmiyordum. Bütün kavramlar yok olmuş gibiydi.
Peşimdekilerin varlığı artık yoktu. Güneş batıyordu. Bir ağacın dibinde durduğumda güçsüzce çöktüm yere. Ayaklarım ve bacaklarım kapanan yaraların ardından kanlar içinde kalmıştı. Bedenim yorgun düşmüştü ve yorulmak ne bilmeyen kurt bünyem bile nefes nefese kalmıştı.
Tek yaptığım iç güdülerime güvenerek Reagon'a doğru koşmaktı. Nerede olduğumu bilmesem de oraya yaklaşmış olmayı umuyordum. Yaşlı gözlerim etrafta gezinirken yanımda ki ağaçtan destek alarak ayaklandım. Etrafı taradı gözlerim.
Bir anda kulağıma dolan çatırtılara döndüğümde karşıma çıkan simsiyah ve oldukça büyük bir kurttu. Korkuyla baktım karşımdakine. O sırada etrafını saran dumanlarla yok olan kurt karşımda insan bedeniyle belirmişti.
Bu kurt Dawson Lee'den başkası değildi.
Dağılmış saçları ve endişeli gözleriyle bana bakıyordu. Gözümden süzülen yaşlarla hızlıca koşmuş ve boynuna atlamıştım. Kollarını hızla belime dolayıp başını boynuma gömdüğünde uzun saatlerin ardından kendimi güvende ve huzurlu hissedebilmiştim.
•••
Babiş de kahpe çıktığında göre biz dawson lee'den devam cnm💅
Bölüm ve ilerleyiş hoşunuza gidiyordur umarım. Son beş... Sonra ki bölümde görüşmek üzeree.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Beatrix
Teen Fiction"Sen katil değilsin ve olmayacaksın." Tek nefeste kurdu bu cümleyi. "Babamın katillerinden intikam almak istiyorum." Sesim titredi ama dişlerimi sıkarak onu sert tutmayı başardım. Yine de gözlerim doldu ve hatta bir yaş yavaşça süzüldü yanağımdan. D...